Min Yoongi ilk defa sevdi kendisini o gün; Park Jimin'in dudaklarını gökyüzü bellemiş yıldız tozlu çillerini sevdi, Park Jimin'in dudaklarının çiçekleri kondurduğu kirpiklerini sevdi, Park Jimin'in dudaklarının kokusu sinmiş saçlarını sevdi.
Sevdi işte kendisini Min Yoongi, zira Park Jimin en güzel seviyor, çok güzel seviyordu Min Yoongi'yi; O'nun bu sıcacık sevgisini benimseyip de kendi benliğine yine de sırt dönmek ayıp olmaz mıydı yahu? Utanırdı Min Yoongi, Park Jimin'in ruhu öylesine naifti ki dönüp durur da en güzeli hapsederdi yumuşacık parmakları arasına; kendi ellerinin Park Jimin'in avuçları arasında kenetli olmasına utanırdı.
Utanırdı utanmasına, lâkin kalbini de okşardı bu dokunuşlar, nasıl da hoşuna giderdi bırakılan hisler. Fark etmeden daha da sıkışırdı Park Jimin'in avuçlarına; bütün dünyasını, hayallerini, mutluluğunu sığdırmak istercesine küçücük olmak, Park Jimin'in avuçlarını en güzel deniz kabukları yapıp, içinde parlayan en güzel inci olmak isterdi.
Bilmiyordu Min Yoongi, fark etmemişti henüz; nasıl Park Jimin'in ruhu en güzeli bulacak kadar naifse, o kadar naifti kendi ruhu da. Zira birbirlerine kenetli olan ellerinin başka açıklaması olamazdı, en güzeli birbirlerinde bulmuşlardı da, avuçlarını kenetleyerek hapsetmişlerdi küçücük alanda. Sanki ayırsalar ellerini birbirinden, güzel utanacaktı güzelliğinden, başka yere layık olamayışından.
O gün Min Yoongi güzel olduğu kadar güzeldi, Park Jimin'in sevgisi kadar, Park Jimin'e sevgisi kadar güzeldi; layıklığını sorgulayamayacak kadar mest olmuştu kendi güzelliğinden. O yüzden Min Yoongi, yalnızca sevdi.
Park Jimin kadar sevmek istedi kendisini, lâkin bu o kadar büyük geldi ki gözüne, cesaret edemedi.
Hafif mırıltılarla uykuya dalmış Park Jimin'in yüzünden ayıramadı bakışlarını bir türlü, tıpkı birbirine kenetlenmiş ellerini ayıramadığı gibi. Kirpiklerini kirpiklerine katacak kadar yakınında olmak istiyordu, fakat anlayamıyordu da, ne ara kirpiklerindeki çiçekler oluvermişti Park Jimin? Ne ara çillerinin masmavi gökyüzüsü oluvermişti de duymamıştı ruhu? Anlayamıyordu, lâkin ihtiyaç duymuyordu da, onlar her şekilde en güzeldi.
Henüz yeni erimiş karları arasındaki, sırılsıklam hatıralarındaki gibi öptü ilk önce Park Jimin'in alnını, ardından burnunu, ardından da ateşinden dolayı hafif kızarmış yanaklarını. Nasıl da sevindirmişti bu his kendisini; tıpkı hiç unutmamış, öptüğü kızarık yanaklar hiç unutulmamış gibi kokuyordu bu his. Ve bir isim vermek istedi bu hisse Min Yoongi;
sonbaharların şiirlerini taşıdığı ruhu, ilkbahar dedi kendisini sevindiren bu hisse. Min Yoongi o gün kendisini sevdiği kadar, ilkbaharları da sevmeyi öğrendi.
"Ateşi çok mu?" diye sordu kompartıman başında beliren Jeon Jungkook; Park Jimin ile istasyonda yalnız dolaşmak gibi hain planları Min Yoongi tarafından suya düşürülmüştü, O da tek başına yağmur altında ısınmaya çalışan bir köpekle dost olmuştu. Saçlarında hâlâ umarsızca parlayan yağmur damlaları, ne kadar da eğlenmiş olduğunun kanıtıydı.
"Hayır," diye mırıldandı Min Yoongi, bakışlarını Park Jimin'in kendisi tarafından öpüldükten sonra huzur bulmuş yüzünden çekti ve kompartımandaki çocuğa yöneltti. "Düştü biraz daha, bugün toparlar kendini. Sen de değiş üzerini, saçların sırılsıklam, bir hasta insan yetiyor da artıyor zaten."
Tavşan dişleri belli olacak şekilde kıkırdadı Jeon Jungkook, burnu kırıştı gülümsemesinin kenarlarıyla, gözleri kıvrıldı yanlara doğru. "Benim bünyem güçlüdür hyung, Jimin hyung en çok da güçlü oluşumu sever, öyle der hep." Ardından sevimlice sırıtmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanficKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017