Salata yapmayı bile hiç beceremediğini fark ettim. Ben sofraya bardakları yerleştirirken onun parmağını kesmesi de bu fikrimi kanıtladı. Ne yapacağını şaşırmış bir şekilde parmağına bakarken parmağından dışarı çıkan kan miktarı da artıyordu. Bu ufak kesik onun şoka girmesine yetmişti. Bunu fark ederek hemen elinden tuttuğum gibi elini musluğun altına götürdüm. Kana dayanamadığını, kanın onu tuttuğunu söyledi. Bu kadarcıktan bir şey olmayacağını söyledim ben de. Sonra kanaması durdu ve masaya oturduk. Kanamalar hep dururdu ve biz hep hayatımıza kaldığımız yerden devam ederdik kesiklerimizle.
İri iri kestiği domateslere bakarak gülümsedim. Güldüğümü görürse açıklama yapmak zorunda kalacağım için hemen gülüşümü yüzümden yok ettim.
"Çayı güzel yapıyormuşsun, seni alan yaşadı." dedi. Gülümsedim ve içimden geçirdim. "Seni alan için aynı şeyi diyemeyeceğim." Tabii ki sesli şekli şöyleydi: Afiyet olsun!
"Kendim için aynı şeyi söyleyemem ama.." diyerek güldüğünde içimi mi okuyor, diye düşündüm. Yine ne düşündüğümü anlamıştı. Garip bir kızdı. Ölmek isteyecek kadar karamsar olan ama neşeli bir şekilde bir şeyler isteyen, sanki yaşama sevinci tammış gibi davranan da oydu. Ruh hali değişkendi anladığım kadarıyla ya da bir hali sahteydi. İlk ihtimale inanmıştım ben. Onu böyle tanımıştım en azından.
Tekneyle açıldığımızda onu az çok tanıdığım fakat tam çözemediğim fikri geçti kafamdan. Buna sebep olan yine hikayelerimiz hakkında konuşmaya başlamamızdı. Ortak yaralarımız vardı, kaderlerimizdeki tesadüfler de eklenince susmak bilinmiyordu. Tek muhabbet konumuz geçmişimizdi. Biz hep arkamıza bakanlardandık, fark etmedik bizi yavaşlatacağını. Sadece yavaşlatsa iyiydi, çoğu zaman yerimizde saydık ve daha kötüsü arkaya baktıkça yönümüzü şaşırıp geriye ilerler olduk.
Tekneden sarkan elimi suyun içine daldırdım. İşte parmaklarımın arasından akan bu duru su seni benden almış ve geri vermemişti. Ellerimden akıp giden suya sen karışmıştın. Biraz içim cız etti bu düşünceyle. Her şeyin bir kabus olmasını ve uyanmayı diledim yine.
Kısa bir süre suskunluk geçince aramızda "Bu tekneyi hep onu aramak için kullandım ama şimdi seninle geziyorum. Kendimi garip hissetmiyor değilim." dedim.
"Gerçekten bulacağına inanıyor musun?"
"İçim inanmıyor öldüğüne." diye bir parça itirafta bulundum.
"İçinin inanmaması gerçeği değiştirmeyecek. "
İtiraf edemediğim düşüncelerim kafamda dört dönerken ne diyeceğimi düşündüm. Haklı mıydı? Haklıydı sanırım, kabullenemediğim gerçekler vardı. Ben ne kadar kabullenmesem de bu gerçekler değişmeyecekti. Acı olan da buydu ya, inandıklarım sadece düşündüklerimden ibaretti. Oysa gerçekler öyle mi? Gerçekler gerçekti işte. Tüm çıplaklığıyla çevremi sarmasına rağmen ben etrafını göremeyen, sanki gözleri içine kaçmışcasına sadece kendi düşüncelerine inanan biriydim. Kendi dünyamda yaşıyordum, bu dünya o yüzden dardı bana.
"Sen hiç beklemedin mi aileni?" diye soruverdim.
"Ben kabullendim. Kabullenmek umutsuzluğun o dipsiz kuyularından birine düşmek ve orada ışıksız kalmak demek, bu yüzden yanlarına gitmek istedim."
Cevap veremedim. Sessizlik oturdu yine ortamıza. Ne zaman ağzımı açacak olsam kenetledi dudaklarımı birbirine.
Sessizliğin o baskıcı duruşuna karşı gelerek ikinci kez söze başladı. "Şimdi sorarsan, hangisi daha kötü, diye; cevap veremem. Çünkü inan boşa beklemek mi daha kötü yoksa kabullenip bir kenarda çürümek mi bilmiyorum."
"Kalanlar her türlü kaybeder sonucuna varıyoruz buradan." dedim biraz düşündükten sonra.
"Bazıları her türlü kaybeder, dersek daha doğru. Her kalan kaybeder, diyemeyiz."
"Peki, o zaman ben bazılarıyım." dedim bitmiş bir şekilde.
Gökyüzünü gri bulutlar kapladı, deniz gri rengi aldı. Birazdan yağmur yağacak, dedim. Eve gidelim.
Kıyıya doğru tekneyle ilerlerken birkaç gündür hayatımda olmasına rağmen hikayesini bildiğim kızın adını bilmediğimi düşündüm. Merak ediyor ama soramıyordum. Çünkü adını sormak çok saçma geliyordu. Merakım ağır basınca soruverdim.
Gökyüzündeki gri bulutlar damlalarını yeryüzüne bırakırken "Asuman." dedi. Gökyüzü ağlarken gülümsedi cevabına eşlik ederek.
"Kerim." dedim biraz çekingence. Sonra da üstümdeki kapüşonu uzatarak ekledim. "Daha çok hastalanacaksın, açılmasaydık keşke."
"Olsun." dedi. Halinden memnundu. Hatta biraz daha kalmak isteyen bir hali vardı sanki Asuman'ın.
"Asuman.." dedim.
"Efendim." dedi gökyüzüne bakarak. Yüzü gülüyordu, yağmuru sevdiğini anladım.
"Adını bilmek garip geldi. O kadar günden sonra yani." Hiç bu kadar saçmalamamıştım. Belki ben de hastaydım, ateşim falan çıkmıştı. Elimi alnıma koydum ama ateşim falan yoktu. Neyse, dedim. Olsun. Zaten ona söylediğim fazla garip gelmemiş gibiydi. Sadece gülümsedi.
Kıyıya vardığımızda koşarak eve girdik. Bayağı ıslanmıştık. Bu, sonbaharın ilk yağmurlarındandı.
İçeri girdiğimizde ince giydiği için titriyordu. Üşütse de yağmuru seviyorum, dedi gülümseyerek.
"Seni de sevdim." diye ekledi. Şaşırdım beklemediğim için böyle bir şeyi. "Ben de seni sevdim Asuman." dedim gülümseyerek. Sonra da gittiğinde oluşacak boşluğu düşünerek iç geçirdim. Zaman yavaş aksın ve alıştığım her şey gibi bitme zamanı gelmesin istedim. Çünkü uzun zamandır yalnız olan birini kendine alıştırmıştı Asuman. Giderse yeniden yalnız kalacak ve her sabah anlamsızca uyanıp günün bitmesini bekleyecektim. Hasta olup yanımda kalmasının işime geleceğini bile bile "Hadi," dedim. "Üzerini değiştir, daha çok hasta olacaksın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK HİKAYE
General Fiction...Bir yudum alıp "Çok düşünüyorum, biliyor musun?" dedim. "Neyi?" demedi. Sanki sorgulanmayı sevmediğimi bilircesine sorgulamadı beni. Onun yerine " Çok düşünmek ne kadar iyidir bilemem ama düşünmek hiç düşünmemekten iyidir." dedi. "Ama bir si...