Lise yıllarımda arkadaşlarımla sürekli gidip zaman geçirdiğim bir kafe vardı. Kocaman dört yıl başka hiçbir kafe o kadar rahat hissettirmedi bize. Azra ile aynı okulda değildik. Zaten en yakın arkadaşım vasıtası ile tanışmıştık. Ama lise arkadaşlarımla geçirdiğim zamanları düşününce Azra olmayan bir anı bulamıyorum. Çıkış saatlerimiz birbirine uyuşurdu çünkü. Hep toplanırdık dört kişi. Şimdi aynı kafede, o hep oturduğumuz masanın tam karşısındaki masada Asuman ile karşılıklı oturuyoruz. O masayı izliyorum, anılar beliriyor kafamda sıra sıra. Azra ile yan yana olduğumuz, beni yanağımdan öperken çekildiğimiz bir fotoğraf karesi gözlerimin önünde. Sahilde yanan ateşin dumanlarıyla göğe yükseldi o fotoğraf. Ve anılarımın koktuğu bu kafeye neden geldiğimi bilmiyorum. Belki de içimde öldürmeye çalıştığım o yoğun hissi test ediyorumdur fark etmeden. Kendime yabancılaştım, ne istediğimi bilemez oldum. Bir yanım çok özlüyor, diğer yanım özleyen tarafı öldürmeye yelteniyor. Çıkan savaşta en çok yarayı ben alıyorum. Sense uyuyorsun Azra. Sonsuza kadar.
"Yine ne düşünüyorsun?" dedi gözlerimin masaya dalışını fark eden Asuman.
"Lise yıllarımı düşünüyorum. Her gün geldiğimiz kafeydi burası." dedim gözlerimi ona çevirip.
"Güzel ve sıcak bir yermiş. Nesi güzeldir, sen bilirsin o zaman." dedi gülümsemesiyle.
"Türk kahvesini güzel yaparlardı. İçebiliriz seviyorsan."
"Olur. Ardından bir sürprizim var sana o zaman." dedi. Neşesi yerindeydi.
Siparişleri almaya gelen garson yeniydi. İki tane Türk kahvesi sipariş ettim. Çok geçmeden kahveler masamızdaydı.
Eve geldiğinde dayısını göremediğini, evde olmadığını anlattı. Ben de amcamın ev işini hallettiğini ve yerleşmeye başladığımı söyledim. İstanbul'a daha dün ayak basmıştık. Gayet hızlı ve güzel ilerliyorduk.
"Dayımı çok özledim fakat onu görmeye çekiniyorum." Dedi düşünceli haliyle.
"Ne zaman görüşeceksiniz?"
"Bu akşam eve dönüyorlarmış. Yengem öyle söyledi."
"Alışırsın zamanla." Dedim bir yudum alıp.
"Umarım." Dedi inanmayarak. Ama alışacaktı, kuraldı bu. Ona gideni hatırlatacak birçok yüz görecekti. Her defasında içi sızlayacak ama alışacaktı.
Sürprizini bekliyorum, dedim çok geçmeden. Bitirdiğim kahvenin fincanının ağzına tabağını kapatıp ters çevirdi. Fal bakacakmış. İnanmam ben, demedim.
"Senin böyle yeteneklerin var mıydı ya? Yoksa eğlencesine mi bakıyorsun?" dedim.
"Bana göre eğlencesine fakat tutturduğumu söyleyen arkadaşlarım olmuştu. Bakalım.."
Fincanı kaldırıp gözlerini diktiğinde tam içine, gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Kaos.. Karmakarışık bir şeyler görüyorum. Her şey altüst olacak gibi.. Fakat zamanı kestiremiyorum. Yani bu gördüklerim geçmiş mi gelecek mi?.."
"Geçmiştir. Gelecekten umutluyum." dedim dinlediklerime inanmadığımı belli etmeyerek.
"Felaket tellalı gibi konuşmak istemiyorum ama pek iç açıcı şeyler göremiyorum Kerim. Siyahlar beyaz olacak, beyazlar siyah."
"Her neyse.." dedim onu bölerek. İç karartmaya gerek yoktu.
"Bu hikaye siyah beyaz efektli değil mi zaten?" dedi biraz tebessümlü.
"Hangi hikaye?.."
"Bizim kırık hikayemiz."
"Siyah beyaz he.."
"Aynen öyle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRIK HİKAYE
Fiction générale...Bir yudum alıp "Çok düşünüyorum, biliyor musun?" dedim. "Neyi?" demedi. Sanki sorgulanmayı sevmediğimi bilircesine sorgulamadı beni. Onun yerine " Çok düşünmek ne kadar iyidir bilemem ama düşünmek hiç düşünmemekten iyidir." dedi. "Ama bir si...