ÇOCUK

192 103 11
                                        

  Pansuman yapmak istedi, izin vermedim. Çünkü biliyorum, pansuman yapmak isteyen herkes yara kabuklarını soymayı sever. Yaralara pansuman yapıp daha sonra tekrar kanatırlar tam yaralar iyileşecekken ve bu da iz kalmasına neden olur. İz kalsın istemedim, en azından daha derin bir iz. Ve bir de itiraf edeyim: Senden başkası yarama dokunsun istemedim. Yalnız sen dokun, istersen kanat, iz bırak. 

  Yüzümdeki yaralarla rakı balık yapmaya gittik. Daha doğrusu onun ısrarcı cümleleriyle yürürken balıkçının önünden geçiyorduk ve sussun diye girdim balıkçıya. Yol boyunca ısrar etti "Pansuman yapayım." diye. En sonunda yaptırmamakta kararlı olduğumu anladı, sustu. 

   Rakıyı sahildeki biradan tiksindiği gibi içmiyordu. Her yudumda yüzünü buruşturuyordu ama tiksinmiyordu. İlk kez içtiğini anlamıştım ama alışmıştı.

  Bir yudum alıp "Çok düşünüyorum, biliyor musun?" dedim.

  "Neyi?" demedi. Sanki sorgulanmayı sevmediğimi bilircesine sorgulamadı beni. Onun yerine " Çok düşünmek ne kadar iyidir bilemem ama düşünmek hiç düşünmemekten iyidir." dedi. 

  "Ama bir silahla kafama sıkmak, düşüncelerimi parçalara ayırmak istiyorum ben." dediğimde masanın kenarına dikti gözünü. Ardından bakışlarını yüzüme çevirip "Sadece biraz zamana ihtiyaç vardır belki de." dedi. 

 "Zaman insanı eksiltmekten başka bir işe yaramıyor." 

Arkasına yaslandı. "Sıkıntı yok o zaman, eksilecek daha neyimiz kaldı ki? Bundan sonra eksilmemenin rahatlığıyla zamana bırakırız." 

"Anlamıyorsun, sorun eksilecek bir şey kalmamasına rağmen hala eksilmeye devam etmemiz. Eksilere düşüyoruz, sıfırdan beteriz."

 Bir süre geçmişteki bazı acılardan bahsettik. Ben ona sevdiğim kızın hayalleri uğruna beni nasıl dımdızlak ortada bıraktığını anlattım. O da bana nasıl aldatılıp, aptal yerine koyulduğunu.. Üstelik aldatıldığını öğrendiğinde daha yeni atlatmıştı ailesini kaybedişinin acısını. Hayattan üst üste darbe yediğimiz zamanlar olur, onun için o zaman bu zamandı. Sonra ortalık durulur tabii de, o enkazdan birkaç kemiğin kırılmadan çıkmak mümkün olmaz. 

 Yalnız ve kırgın insanlar böyledir. Karşısına çıkan insanlara derinlerinden bir şeyler anlatmak isterler. Karşıdakinin ne düşüneceğini önemsemez sadece içindeki acıyı hafifletmek isterler. Bazen herhangi bir banka oturur herhangi adını bilmediği birine hayat hikayelerini anlatırlar. Bir kere başıma gelmişti. Arkadaşımla bir bankta oturup sohbet ediyorken bir teyze geldi yanımıza. Anlatmaya başladı kızından yana dertlerini. Ben onu anlıyordum, nasıl bir yalnızlıkta olduğunu ve içindeki sıkıntısını anlatacak kimse bulamadığını biliyordum. İşte şimdi biz de, birbirini tanımayan iki insan olarak rakı masasında birbirimize dertlerimizi anlatmıştık. Ve bu sefer farklıydı: Hikayelerimizi biliyorduk az çok, isimlerimizi değil. 

"Onun da saçları seninki gibiydi, sapsarı." dedim zihnimde fotoğraf kareleri ve anılar dört dönerken. Şaşırarak baktı biraz, daha sonra sırıtmaya başladı. 

"Benim saçlarım sarı değil." dedi. Fazla içmemiştik daha ve kafamda yerindeydi. Zihnim bana oyun oynamaya başlamıştı anlaşılan. Kalk, dedim. Gidiyoruz. Daha fazla kafam gitmeden biz buradan gitmeliydik.

 Sandalyeden kalktığı gibi geri yapıştı oturduğu yere. Başının döndüğünü anladım ama hani bir alışkanlıktır ya "Başın mı döndü?" diye sordum. 

 "Başım değil, etraf döndü." dedi ve ekledi. "Masa kayıyor." Bir yandan da masayı iki eliyle kavradı. "Birkaç yudumla böyle olacağını bilseydim.." dedim ve kolundan tutup kaldırdım onu oturduğu yerden. Koluna girip çıkardım balıkçıdan. İyi değildi. Bir koluyla koluma girmişti diğer eliyle ise ağzını kapatıyordu. "Kusma.." diye geçirdim içimden. Kustu. Üstüne başına hemde. Ayrıca ateş gibi de yanıyordu. Koca kız, çocuk gibi bakıma muhtaç bir şekilde hastalanmıştı. Evini, ailesini, ona ait hiçbir şeyi bilmiyordum. Adını bile.. Üstelik üzerinde telefonu da yoktu. Hastaneye götürecek olsam yanında kimlik yok, evine götürecek olsam ne deyip bırakacaktım onu? Ben bildiğim kadarıyla bakarım ona, diye düşündüm.

KIRIK HİKAYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin