Friends//1

341 37 39
                                    

Sen gerçekten iyi biriydin.

Herkesi severdin. Herkesle iyi anlaşırdın.
Benim gibi biriyle bile arkadaş olmuştun sonuçta.

Ama tek arkadaşın ben değildim.

Belki kıskandığımdandı ama bu beni rahatsız ediyordu.

Senin bir sürü arkadaşın vardı.

Beni yatağıma tırmanıp sarsarak uyandirmiştin.
"Chara! Chara uyan!" demiştin gülerek.
"Uyuyorum Asriel." demiştim örtümü başıma çekerek.
"Bugün Snowdin'e gidiyoruz Chara! Snowdin'e!"
Orasının neresi olduğunu bilmiyordum. Pek de umrumda değildi.
"Uyuyorum!" diyerek seni ittirmiştim.
Yataktan düşmüştün.
"Chara!"
İntikam olarak üzerime atlamıştın.
"Uyuşukluk yapma!"
"Uff..."

Uyumayı gerçekten seviyordum. Bazen öğleden önce kalmadığım zamanlar oluyordu, hatırlıyor musun?

"Çocuklar?" Toriel odamıza girdiğinde sen beni kaldırmak için beni gıdıklamaya çalışıyordun. Ortaya çıkan manzara boğuşmadan farklı değildi ama.
"Chara uyanmıyor anne!" diyerek beni şikayet ettin hemen. Toriel kıkırdadı.
"Belki de ona kalkması için izin vermelisin Asriel. Zavallı çocuk sen üstündeyken kalkamaz, değil mi?"
"Ah, doğru!" dedin beni sarsmayı kesip. Senin boşluğundan yararlanıp seni tekrar yataktan ittim o sırada. Sen düşerken gülmeye başladım. Toriel de benimle beraber gülünce kızdın.
"Hiç komik değildi! Acıttı!" diye mızmızlandın.
"Affedersin Asriel." dedim esneyerek. "Sabahları biraz aksi oluyorum galiba."
"Evet, kesinlikle oluyorsun!"
"İkiniz, didişmeyi kesin de kahvaltı yapalım. Babanız sofrada bekliyor." diyerek ufak atışmamızı böldü Toriel.

Sık sık babanız kelimesini kullanırdı. Asgore da Toriel'den bahsederken anneniz derdi çoğul ekine vurgu yaparak.
Beni kendi çocukları gibi gördüklerini biliyordum.
Ama, nedense, asla senin ailendenmiş gibi hissedemedim Asriel.

Toriel'in ördüğü kazaklarımızı giyince kahvaltı sofrasına geçtik. Asgore bizi güler yüzle karşıladı.
Ne kadar gülse de, kafasında düşündüğü bazı şeyler olduğu belliydi.

Alphys saraya gelip gitmeyi arttırıyordu gün geçtikçe. Babanın artan stresinin de bununla ilgili bir şey olduğunu düşünüyordum.
Ama o bize hiç bu stresi göstermedi. Her zaman gülümsedi ve bizimle oyun oynamanın fırsatını kolladı. Çiçeklerine olan merakıma da hep zaman ayırdı.
Asgore cidden iyi bir babaydı.

"Bugünki geziye hazır mısınız?" diye sordu biz masaya otururken.
Sen heyecanla başını sallarken ben omuz silktim.
"Ne gezisi?" diye sordum.
"Snowdin gezisi!" dediniz sen ve baban aynı anda.
Neyden bahsettiğiniz hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Yani?" diye sordum.
"Saraydan çıkacağız." dedin heyecanla. "Undyne bizi götürecek. Orada işleri varmış ve istersek bizi de götürebileceğini söyledi!"

Undyne, kral muhafızlarının başındaki canavardı hatırladığım kadarıyla. Balık gibi solungaçlara sahip, göz bantlı, kızıl saçlı ve oldukça ürkütücüydü.
Benden de pek haz etmiyordu.
Bana bakışlarından anlayabiliyordum. Bir insan olduğum için tiksiniyordu benden. Sizi yeraltına hapseden ırktandım çünkü. Eğer düştüğümde beni ilk o bulsa kesin öldürürdü.
Sonuç olarak, benim de ondan hoşlandığım söylenemezdi.
Ama sen onu seviyordun. Bu yüzden sesini çıkarmıyordum.

"Snowdin neresi?" diye sordum haklı olarak.
"Karlarla kaplı bir kasaba!" diye yanıtladın. "Noel zamanı da yaklaştığından ışıl ışıldır bu aralar!"
Yeraltında Noel kutladığınızı bilmiyordum.
Aslında, Noel'in yaklaştığını bile fark etmemiştim.
Çünkü pek önemsediğim bir şey değildi Noel. Yeryuzundeyken diğer günlerden farklı olarak biraz daha az dayak yerdim Noel'de. Açlıktan bayılma sınırında çöpleri kurcalarken daha çok çeşitli yemek artıkları bulurdum, hepsi bu kadardı.
Onun dışında, koro halinde gezip tanrıyla ve iyilikle ilgili şarkı söyleyen insanlardan nefret ederdim.
Şanslıyım ki yeraltında onlardan yoktu.

Sen bana Snowdin'i ve arkadaşlarını anlatırken kahvaltı yaptık. Heyecanın Asgore ve Toriel'i güldürdü. Benim senin kadar heyecanlı olmadığımı fark ettiler ama.
Ah, eğer o gün kimlerle tanısacağımızı bilseydim inan daha çok heyecanlı olurdum Asriel.

Biz hazırlandıktan sonra Undyne geldi. Parlak zırhı yerine günlük kıyafetlerle, elinde mızrağıyla. Yüzünde bana karşı hep takındığı sahte gülümseme ile.
"Hazır mısınız serseriler?" diye sordu bizi saraydan çıkarırken.
"Evet." diye bağırdın sen. Aynı anda elimi kavradın. Ben de sessizce başımı sallamakla yetindim.

"Hey, Asri ve umm, insan-"
Undyne adımı ezberlemeye zahmet bile etmiyordu. Oldukça kaba bir davranıştı bu. Eğer o değer verdiğim biri olsaydı alınırdım.
"Adım Chara." dedim sakin bir sesle, gülümseyerek. Tıpkı tatlı bir çocuk gibi.
Güldüğümü görünce şaşırdı Undyne, bana garip garip baktı bir saniye için. Sonra gözlerini kaçırdı.
"Ah, tamam. Chara. Söyleyin bakalım, nasıl gitmek istiyorsunuz?"
Senin elimi tutuşun birden sıkılaştı, aklına bir fikir geldiğinde böyle oluyordu.
"Tekneyle gidebilir miyiz Undyne?"
Undyne'in yüzünün ekşidiğini gördüm.
"Ugh, pekala. Ama onun için Hotland'dan geçmeliyiz. Zırhım olmadığı için şanslısınız." dedi Undyne, seni ve beni ayırdı ve ikimizinde ellerini kavradı sıkı sıkı.
O an elini bırakmak istedim. Teni nemli ve pulluydu. Tıpkı bir balık gibi.
İğrenç.

Ama o yapışkan eli, cehennem gibi sıcak olan kasabadan çıkana kadar tutmak zorunda kalmıştım.

Nehir kıyısına indiğimizde üçümüzde ter içinde kalmıştık.
Açıkçası, şimdiden geziden sıkılmıştım.
Undyne ellerimizi bırakıp nehrin kıyısına yanaştı.
"Oi!" diye bağırdı. "Nehiradamı! Bir tekneye ihtiyacımız var!"
"Bu da neydi şimdi?" diye sordum onun yanına gelerek. O cevap vermeye tenezzül etmeden küçük bir bot nehire yanaştı hızla.
Üzerinde kukuletalı ve mor pelerinli biri vardı. Yüzünü göremiyordum, botun üzerinde süzülüyor gibiydi. Ve bu çok korkunçtu.
"Ah!!" Senin heyecanla iç çektiğini duydum. Korktuğum için gerilemiştim. Sen bunu anlamış gibi gelip elimi tuttun.
O sırada bottaki şey konuştu.
"Tra la la, ben Nehiradamıyım, yoksa Nehirkadını mıyım? Aslında fark etmez... Teknemi yüzdürmeyi seviyorum, bir tur için bana katılmak ister misiniz?"
Sesi cidden ürkütücüydü. Belirli bir ses duymadığıma emindim. Ama kelimeler adeta beynimde yankılanıyordu. O an kesinlikle o tekneye binmek istemedim.
Ama Undyne beni kucakladı.
"Evet, evet, her neyse. Her zamanki gibi keyfin yerinde ha?"
diyerek beni tekneye bindirdi. Sonra seni kucaklayıp seninle beraber bindi.
"Bugün mantar yedim." dedi Nehiradamı. "Nereye gidiyoruz?"
"Şelale'ye, hızlı olsun."

Ve tekne suda ilerlemeye başladı, ürkütücü Nehiradamı'nın kontrolünde. İlginç olansa tekneyi ilerletmeye yarayacak hiçbir türlü küreğin olmayışıydı.

Şelale'nin karanlık tünellerinde ilerliyorduk. Su şırıltıları tünelin ekosuyla güzel bir melodi oluşturuyordu. Ve karanlık tüneli aydınlatan ışığın kaynağı duvarlarda yıldızlar gibi parlayan taşlardı.
Ortam gerçekten büyülüydü yani.

Sen v Undyne arkada Kral Muhafızları hakkında konuşuyordunuz. Bense öndeydim. Nehiradamı'nın hemen arkasında.
Benim arkasında oturuduğumu hissetmiş olacak, başını çevirmeden konuştu.
"Tra la la, adım ne acaba? Aslında pek fark etmez.."
"Adının Nehiradamı olduğunu sanıyordum." dedim boş bulunup. Kafamda yankılanan sessiz kelimeleri kafamı karıştırıyordu.
"Tra la la," dedi yine, ritimsiz bir şekilde. "Su bugün fazla ıslak."
Anlamsız cümlesi üzerine kafamı salladım. O garip biriydi. Tam olarak ne demek istediğini anlamıyordum. Ve bu gizemi beni ürkütüyordu.

Tam onu boş vermeye karar verdiğim anda tüylerimi ürperten bir şey söyledi.

"İnsan,"

O an sesini duyduğumda yemin edebilirim. Ölmek üzere üzere olan birininki gibi halsiz ve güçsüz bir sesi vardı. Ve titriyordu. Ama sonra ses kesildi, kelimeleri eski yankısına büründü.

"Tra la la. Elleriyle konuşan adamdan uzak dur."

Bad GuyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin