Kovboylar gecenin karanlığında birbir kaybolurken ben, olduğum yerde duruyordum.Rüzgarın tenimi gıdıklamasıyla parmak uçlarım yanıyor,istemsizce titriyordum. - Bunlar da kim böyle- Mavi bir koda sahiptim ve etrafıma koruma bir kalkan oluşturabiliyorum. Boynumdaki dövme ise kendi kendiliğinden oluştu. Bana birşeyler oluyor ve ben bunu öğreneceğim. O iğrenç yaratıkları da. Ted Bundy'i de!
.................
Anımsıyorum da sarhoş anneciğim(!) bana her gece bir hikaye anlatırdı. Dinlemekten hiç sıkılmazdım. Çok eğlenceli ve doğaüstüydü. Hikaye aynen şöyleydi; Melissa adında bir kız küçük bir kasabada küçük hayal dünyasında yaşarmış. Çekingen ve içine kapanık biriymiş. İnsanlara vurmayı, onlara şiddet uygulamayı seviyormuş. Bunu neden yaptığı sorulunca 'bu çok normal değil mi' diyormuş. 18 yaşına geldiğinde vücudunda anlam veremediği değişiklikler meydana gelmiş. Buğday teninin altındaki koca mavi gözleri zamanla kan kırmızısına dönüşmüş. İnsanlardan iyice uzaklaşmış. Çok geçmeden elementleri kontol edebilmiş. Bir gün at kişnemesi duymuş. Gecenin karanlığında O da benim gibi kara kovboylarla karşı karşıya kalmış. O da BAŞARISIZ kelimesini defalarca duymuş. Kara kovboylar Melissa'nın dengeyi bozduğunu savunarak çıkmışlar karşısına. Melissa ne kadar da çok dirense kara kovboylar Melissa'nın gücünü emip nefesine tek seferde son vermişler. Ölümü o kadar güç, o kadar korkunç olmuş ki annem satırları okurken tüylerinin ürperdiğini söylemişti. Bu hikayeyi nerde okuduğunu sorduğumda annemin cevapı 'ABD/Florida Hidden Library-Saklı Kütüphane-' olmuştu.
Bedenimin titremesine aldanmayıp aradığım cevabın Saklı Kütüphane'de olduğunu anlamış ve oraya gitmek için yola koyulmuştum.
.................
ABD/FLORİDA-TAMPA
Güneş tepeden söverken mükemmel bir gün beni bekliyordu. Saklı Kütüphane'yi bulup bir an önce ne bok olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Florida ise 1974'te en soğuk seri katiliyle karşılaşmış. Theodroe Robert Bundy.-Ted Bundy!- Üç basamağı aşkın cinayet işlediği bilinmektedir. Elektrikli sandalyeyle idamına karar verilmişti ve Bundy öldürülmüştü. Pekala olayın aslı gerçekten böyle miydi? Benim tanıdığım Bundy'nin bununla bir alakası var mıydı? Sadece hepsi bir isim benzerliği miydi? Öyle olduğunu pek sanmıyorum dostum ama bu iş fazla uzadı. Bitirelim şunu.
................
Işığın bordo perdelerin aralarından içeriye zorla sızdığı, havada ki sigara dumanının ciğerlerimi parçaladığı keskin ve iğrenç kokusuyla gözlerimi kısmış boş bir sandalye arıyordum. Şu Bundy hakkındaki bilgileri tekrardan tarayıp Saklı Kütüphane'dekilerle karşılaştırmak istiyordum. Sonunda kemikleri sayılan saçı sakalına karışmış bir dostum yerinden kalktı. Bileğimi sıyırarak mavi kodumun parlamasına izin verdim...
Ted Bundy wikipedia...
Loading...
Hadi ama... Bu kadar yavaş olma!
Bir müddet bekledikten sonra sonunda bileğimden çıkan tiz bir sızı tüm vücudumu kapladı.-Dayanmalıyım... Aktarma bitmek üzere! Hadi!- Web sitesindeki bilgileri kod yoluyla hafızama aktarırken damarımdan başlayan kırmızılık vücuduma doğru ilerliyordu. Yanımda oturan şişman,birşeyler fark etmiş olacak ki gözlerini bilisayardan ayırmadan, çatık kaşlarıyla bana bakmaya çalışıyordu. Kocaman yanaklarının altında adeta ezilmiş ince dudaklarıyla birşeyler fısıldıyordu. Acı boynuma geldiğinde göz kapaklarımı sıkıca kapattım ve vücudumun kasılmasına izin verdim. Kalbim boğazımda atarken tiz bir ses "-Madam, you are okey?- Hanımefendi iyi misiniz?" dedi. Etrafımda yoğunlaşan bulanık sesler kulağımı tırmalarken bir el kapşonumu indirdi. - Lanett!-
Etrafta iyi misiniz, ambulansı arayın,hey gibi kelime ve kelime gruplarının eşliğinde yere yığıldım. Kafamı sertçe yere vururken 'o da nesi!' tarzında bir soru ninni gibi kulağıma ilişti. Gerisi karanlık...
..............
Gözlerimi açtığımda beyaz bir tavan ve kolumda bir kablo vardı. -Bu koku?- Burnumdaki sürekli koku ve beyaz tavan tek bir yerde olduğuma işaret edebilirdi. Her köşesi ilaç kokan hastane.. Narkozun etkisiyle bir kaç şey mırıldandığımı anımsıyorum. Sonrasında kolumdaki şeyin aslında bir kablo değil bir serum olduğunu çaktığımda yataktan fırlayıp kolumdan çıkartmam bir oldu. Bana ne tür bir serum verdiklerini bilmiyorumdum ve en önemlisi basit bir serum dahi olsa vücudumun buna karşı vereceği tepkiydi. Yere düşüp odada yankı yapan tepsi sesi sinirlerimi alt üst etmiş kendimi bir boşluğa düşüyormuşum gibi hissetmiştim. Arkamı dönüp baktığımda ise ela tonu gözbebekleri yuvalarından fırmlamış, küçük dilini yutmuş, guluyabani görmüş bir kız çocuğu gibi tüyleri ürpermiş bir hemşire karşımda duruyordu. Bu tepkisini gereksiz bulmuş ve ona türkçe karşılık vermiştim. "Ne yani çabuk iyileşemez miyim!" kelimelerimin karşılığı boş bir koridorda yankılanan güçlü bir çığlık oldu. Elleri havada koridorda delicesine benden kaçan bir hemşire... Ya bende birşey vardı ya da hemşire gerçekten kafayı sıyırmıştı. Başka açıklaması olamazdı. Diğer insan kitlesinin odama yöneldiğini görünce kapıyı hızlı bir şekilde kapatıp defalarca kilitlemiştim. -Korkmuş muydum? Saçmalık! Sadece bir önlemdi.- Kafamı çevirip aynaya baktığımda nefesimi tutmaktan kendimi alıkoyamdım. -S*t-tir-!- Açık kalan ağzımı kapatarak arkamda kalan yumruk sesleri bağırış seslerine geçinceye kadar aynanın karşısına geldim. Elimi aynaya götürüp yansımama dokunduğumda göz yaşım yanağımdan aşağıya doğru süzüldü. Boynumdan itibaren vücudumun sol yanı metalik kırmızı çizgilerle doluydu. Bu çizgiler elimde son bulurken gözlerim beyazına kadar kan kırmızısıydı. Ağzımdan tek bir kelime dahi çıkmıyordu. Adeta nefes almayı unutmuştum. Kapı kilidinin zorlandığını duyduğumda ise göz yaşlarımla polarımı giyinip kapşonumu kafama geçirdim. Son bir kez aynaya baktığımda kapşon hiçbir işe yaramamış metalik kırmızı cam gibi parlıyordu. Bir yandan kapı zorlanıyor bir yandan at kişnemeleri kulağıma doluyordu. Dişlerimi sıkmış göz kapaklarımı birbirine kenetlemiştim. Vücudumdan yayılan enerji kapının açılmasını önlerken at kişnemelerine tesir etmiyor, gittikçe yaklaşıyorlardı. Bir boşluktan geçtiğimi hissederek gözlerimi ardına kadar açtım. Boncuk boncuk terler dökerken görüş açımda kovboylar, kapının ardında bağrışan türlü türlü insanlar ve duygu çöküşü yaşamış bedenim duruyordu. Etraf net değil farklı farklı renklerden oluşuyorlardı. -Tanrım neler oluyor!- Beşinci kattaydım ve buradan çıkmak için camdan atlamak iyi bir tercih değildi. At nalları yerle buluşurken zaman yavaşlamış, ben ise kendime yardım etmek istiyordum. Buradan bir an önce çıkmak ve mavi gözlerimi geri almak istiyordum! Göz yaşlarım yerle buluşurken gözlerimi açtım. Kırmızı ışıkla birlikte kamaşan gözlerimi ardı ardına kırpıştırdım. Insan sesleri yoktu. Kapıya yöneldiğimde lambalar cızırdıyor aynı anda gidip geliyorlardı. Kapı kolunu indirip kafamı dışarıya çıkarttım. Tek bir canlının olduğuna delalet eden hiçbir şey yoktu. Sanki hepsi ortadan yok olmuşlardı. Artık tamamen dışarıya çıktığımda her taraf kadanlığa büründü. Tıpkı bir ay gibi gecenin karanlığında parlıyordum. Uzunca koridorda at kişnemeleri yankılanırken ağlak kız rolünden çıkıp kara kovboylara karşı duracaktım. Ben BAŞARISIZ değilim ve sonumun Melissa gibi olmasına izin vermeyecektim. Bu arada kaç saat uyumuştum? Ne ara akşam olmuştu?
..............
Ve sekizinci kovboyla berarber klasik çember tamamlanmış oldu. Kemik kovboy bana bir adım daha yaklaştı. - Umrumda değilsin dostum. Malesef istediğini alamayacaksın!- Boş göz çukurlarıyla bana bakan kemik torbası mavi ışık yaymaya başladı. Ardından diğer kovboylarda değişik renklerde ışık yaymaya başladıklarında ne yapmaya çalıştıklarını anlamayı bırakıp kapşonumu indirdim ve polarımı çıkarttım. Çembere bir ışık daha katılsa büyüleri bozulmazdı öyle değil mi? Gözlerimi boş çukurlara dikip vucudumun sol yanındaki çizgilerin parlamasını ümit ettim. - Ne boka söndün ki! Parlaman gereken yerde parlamıyorsun! İşe yarmaz. Bi bok olmaz benden! Lanet olsun!- İçimde ki haykırışla derin bir nefes aldım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Her biri sırasıyla birer adım atıyor çemberi yine daraltıyorlardı. Işık demetleri derimi yakarken daha fazla dayanamayıp gözlerimi açtım. Gözlerimi açmamla beraber kırmızı ışık kendini gösterdi. Işığım ışıklarını bastırırken enerjiyle dolduğumu hissettim. Adımlarını hızlıca geri çekerlerken ona doğru bir adım attım ve "BAŞARISIZ sensin!"dedim.
Fısıldayışım koridorda yankılanırken kemik kovboy karşımda duruyor diğerleri ise karanlıkta kayboluyorlardı. Tekrarladım. Bir kez daha tekaraladım. Bu cümleyi söyleyince anlamsız bir güç bedenimi kaplıyor kovboy adeta çatlıyordu. Son kez tüm gücümle cümleyi tekararladıktan sonra kemik kovboy gözlerimin önünde un ufak oldu. Bir damla yaş yanağımın çizgilerini izlerken bu olanları kaldıramıyordum. Gün ışığı pencereden içeriye süzülürken çıkış kapısına doğru ilerledim. Dışarıya çıktığımda kolumdaki çizgiler parlamıyor tıpkı bir dövme gibi orada duruyorlardı. Buna alışmalıydım. Her gece benim için geleceklerdi. Ben ise onlar hakkında birşey bilmiyorum. -Lanet olsun bütün kapılar bir bok bilmediğime çıkıyor.- Şu Saklı Kütüphane'nin olduğu ormana gidip herşeyi halletmeliyim.
...................
Çam ağacı kokusu, gül kokusuyla karışmış gözlerimi yakarken dövmelerim ve gözlerim tekrardan parlamaya başlamıştı. Kapşonum bir işe yaramayacağından dolayı az ötede duran seyyar satıcıdan bir hatıra almak o kadar da kötü olmasa gerek.
Tezgahın yan tarfından satıcıya görünmemeye çalışarak siyah bir gözlük ve bir çift eldiven aldım. Fark edilebilirdim ama sanki bir ruhmuşum gibi satıcı beni hiç görmedi. Doğruldum. Artık satıcının görüş alanındaydım. Ama o sanki içimden geçen bakışalrıyla karşıya bakıyordu. Evet, garipti hemde çok ama işime yarar doğrusu. Bu yüzden yargılamayacağım.
İhtişamlı ve efsane kokan o kapıya geldiğimde içerye girmek için bir adım attım lakin eli joblu belinde kelepçe-bunlar ne alakaysa tabi!- bulunan bir gardiyan o hödük sesiyle "Giremezsin!"dedi. Kaşlarımı kaldırıp o tarafa baktığımda ise pos bıyıklı bir şahıs nene gözlüklerinin üstünden bana bakıyordu. Neden diye sorduğumda herkes buradan geçemez dedi. Ama ben geçerdim. -Bir dakika da tabiki geçicem!- Alaycı tavrımla başımı öne eydim ve kararlı adımlarla demir kapıdan içeriye girdim. Arkamdan gelen itiraz sesini kapının gürültüyle inlemesi son verdi. Artık içerideydim. Kafamı kaldırıp tavana baktığımda buranın sonsuz bir kütüphane olduğunu düşündüm.-İçine sıçıyım. Ne biçim kütüphane burası. Kitap yok, raf yok, hiç bir bok yokki burda!- Olduğum yere çöktüm ve başımı dizlerime koyarak yüzümü kapattım. Şimdi ne yapacaktım? Ne olduğumu ne zaman öğrenecektim?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYIRSEVER
Science FictionTıp birinci sınıf öğrencisi olan Erika Kelt in doğuştan gelen yeteneğine yavaş yavaş kavuşması sırasında, hayatında yer alması gereken, ona dengesini koruması için yanında olmak zorunda olan Ted Bundy ilerleyen zamanlarda Erika nın gücünün verdiği...