Saat 23:37Acaba kafayı mı yedi? Üvey babamı kastediyorum. Annemin yeni kocası... Çok da yeni değil aslında. Her neyse. Adı Kerim. Önceki sayfalara bir göz attım, ondan hiç bahsetmemişim. Herhalde bu son zamanlardaki kadar tuhaf değildi. Tuhaf alışkanlıkları var. Bunlara alışkanlık denir mi ondan da emin değilim. Acaba ben mi abartıyorum, yoksa yetişkinler için bunlar normal mi? Bilemiyorum.
Günlüğümü garip şeylerle doldurmak istemiyorum ama bu aralar yaşadıklarım biraz garip. Aslında neyi, nasıl yazdığımın çok bir önemi yok. Zaten benden başka okuyan olmayacak.
Günlüğümü bu sevmediğim yeni odamda, eski yatağımın üstünde yazıyorum. Daha önce evden de bahsetmemiş olabilirim. Evi bir türlü sevemediğimden olabilir. Ama geri dönüp sayfaları kontrol edecek değilim.
Taşınalı bir ay oldu hala yerleşemedim. Burada yaşamayı gerçekten sevmiyorum. Bu evde beni rahatsız eden bir şey var. Tanımlayamıyorum. Görünüşe göre evden memnun olmayan bir ben varım. Çünkü annem ve üvey babam evi sevmiş görünüyorlar.
Buranın aksine önceki evden çok memnundum. Burası gibi müstakil değildi. Yüksek bir binada güzel bir daireydi. Tek sıkıntısı birazcık eğikti. Pisa kulesi gibi. Bir de bayağı eskiydi. Ama ben seviyordum.
Binayı tahliye etmemiz istendi. Yıkıp yenisini yapacaklarmış- belki de daha yükseğini-. En sevdiğim yanı da konumuydu. Metrobüs durağına, alışveriş merkezlerine ve özellikle de arkadaşlarıma yakındı. Bir kız başka ne isteyebilir? Bütün bunlardan vazgeçeceksem en azından odam öncekinden iyi olmalıydı. Ama değil.
Buraya oda bile denmez. Hol gibi duruyor. Kapısı yok. Onun yerine kocaman bir boşluk var. Ve bu boşluk tam bu kata çıkan merdivenlere bakıyor. O yüzden ne zaman biri üst kata çıksa odaya giriyormuş gibi hissediyorum. Çok rahatsızlık verici...
Bu odada uyumak da sıkıntılı. Her gece aynı saatte uyanıyorum. Uyanmama sebep olan ise üvey babam. Kız kardeşi altı ay önce genç yaşta öldü. O günden sonra değişti. Daha az konuşuyor, çok daha az gülüyor. Daha otuz yedi yaşında ama yaşlı görünüyor. Kamburlaştı. Uzun boyuna rağmen, kamburu onu olduğundan daha kısa ve de tuhaf gösteriyor. Daha garibi de, o günden beri her gece aynı saatte kalkıp alt kata iniyor. Biliyorum, çünkü aynı anda uyanıyoruz. Öyle olmalı. Ben uyandıktan on saniye kadar sonra odamın önünden geçiyor. Sessiz, kambur siluetinin karanlıkta, kapısı olmayan odamın önünden geçip aşağıya inişini görmek beni korkutuyor. İndiğinde ne ışık açıyor, ne de televizyon. Karanlıkta ne yapıyor bilmiyorum.
O odamın önünden geçerken cep telefonun saatine baktığımda hep aynı saati görüyorum; 03:13. Şaka gibi. Önceki evde kapılar çok gıcırdadığından sese uyanıyorum diye düşünüyordum. Ama burada kapılarda bir sorun yok. Alarm falan da çalmıyor. Yine de o her uyandığında ben de uyanmış oluyorum. On dakika sonra aynı ürpertiyi yeniden yaşıyorum. Aynı siluet merdivenlerden sessizce çıkıp odasına geri dönüyor. Şu kapı takılsa da her gece onun hayalet gibi yürüyüşünü görmesem. Kötü biri değil ama... Ne bileyim.
Bu kısmı geçiyorum. Günlüğümü can sıkıcı şeylerle doldurmak istemiyorum. Şu an holüme göz gezdiriyorum -odam diyemiyorum-. Gerçekten oda gibi hissetmem için bayağı bir değişiklik yapmam lazım. Kafamda yapmayı düşündüğüm değişikliklerle ilgili planlar var. Onları gerçekleştirdiğimde -inşallah- buraya 'odam' diyebilirim. Bir kapı sipariş ettim öncelikle. Yarın takılacak. Birkaç da mobilya sipariş edeceğim. Belki yeni bir yatak ve gardrop... Yeni bir perde de belki... Yine de burayı evim gibi hissedecek miyim emin değilim.
Saat oniki olmuş. Yoruldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İfrit Günlükleri - 1 - Kâbus
Horror"Hayaletlere inanmam. Onlar küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş şeyler. Ama ifritlere inanırım. Onlar canınızı yakabilir. Bir tanesi... canımı yaktı." Deniz'in yeni aldığı günlüğü yaşadığı kâbusların tanığı olacaktı. Hayallerini, üzüntüler...