21. Bilge & Doğru
Kendisinden sadece 3 yaş büyüktü Duru ve fotojenik değildi. Elindeki pasaportu incelerken bir fotoğrafın, sahibinin güzelliğini anlatmakta nasıl da aciz kalabildiğini düşündü. Kendisinde bir zırnık bile var olmayan bir şeydi, Duru'da bolca bulunan bu şey: Güzelliğin, ışıkla birleşip enteresanlıkla tütsülenmesi gibi... Baktıkça bakmak isteyen bir duygu yaratıyordu. Önünde 8 kişi vardı ve konsolosluk hâlâ açılmamıştı, derken ilk kişiyi aldılar, sonra ikinci ve üçüncüsünü. İnsanları üçer üçer alırlarsa ve bir terslik çıkmazsa bir saat sonra sıra kendisindeydi. Zeynep'in gece yarısı telefonundan sonra güneş doğmadan yola koyulmuşlardı, Ali pasaportu getirene kadar stresle beklemişti Bilge. Doğru, sallanmaya başladığında Bilge sinir küpünün tamamlanmış olduğunu anladı. Renkleri birbirine karışmış olarak çantasında duran ikinci sinir küpünü çıkarıp Doğru'ya uzattı. Doğru sallanırken bakışlarını odakladığı sinir küpünü sanki kasları boşalmış gibi yere bırakıp Bilge'nin kendisine uzattığı küpe uzandı ve renkleri bir araya getirmek için doğmuş biri gibi sallanmayı bırakıp küpü çevirmeye başladı. Bilge Doğru'yu bu şekilde oyalamanın iyi olmadığını biliyordu ama okul henüz açılmadan konsolosluk sırasına girmek zorunda kalmıştı ve Doğru'yu yanına almaktan başka çaresi, onu bu şekilde oyalamaktan başka seçeneği kalmamıştı. Birinci küp normal bir sinir küpüydü. Doğru'nun yapması bir dakika kadar sürmüştü. Ne kadar karıştırılırsa karıştırılsın bir dakikadan birkaç saniye sonra sinir küpündeki her renk kendi eşlerine kovuşuyordu.
İkinci küp Bilge tarafından deforme edilmiş, renklerin gruplanması imkânsızlaştırılmış bir küptü. Doğru bu imkânsızlık içinde en az yarım saat oyalanacak, tam bir paradoksun içine girdiğinde Bilge ustaca diğer küpü ona verip renkleri gruplandırmasına izin vererek onu bu paradokstan çıkaracaktı. Küpten sonra iPad onu en az 40 dakika daha oyalardı. Beklerken, bilgisayarını açtı, psikopatoloji dersi için hazırlaması gereken ödevi gözden geçirmeye başladı.
22. Özge
Sonbahar yağmurları... İçindeki boşluğun sanki suyla dolması gibiydi. 20 mesaj ve onlarca aramadan sonra bile Sadık Murat Kolhan'ın yardımcısından bir haber yoktu. Muammer Bey'i dinleyip tanıdığı en yetkili kişiyi aramıştı Özge ama niye kendisine geri dönülmüyordu? Sabahın köründe dayanamayıp savcıya gitmiş, aldığı dandik tutanakla avukata gitmiş, gittiği avukatın ne kadar pasif ve bıktırıcı biri olduğunu anladığı anda oradan ayrılmıştı. Avukat bozuntusu yasaların ne kadar zor işlediğini, böyle bir durumda sunuculara ulaşabilmenin, dergiyi temize çıkarmanın bile yıllarca süreceğini ki bunun da garantisi olmadığını anlatıp durmuş, Özge'ye daha savaşmadan kaybettiğini açıklamıştı kısaca. Üstelik ne kadar şanslı olduğunu söylemişti "Sizin de tutuklamanızı çıkartabilirlerdi, çok şanslısınız!" diyerek. Böyle avukatlar olduğu sürece yasalar işleyemezdi. İşlemeyecekti! Nefret ederek kaçarcasına çıktı avukatın ofisinden, hayatlarında inandıkları tek bir şey bile bulunmayan bu inançsız çöpler, adalet kalkanı olabileceklerini düşünerek nasıl avukat olmuşlardı! Bir gladyatörün özelliklerine sahip olanlar için yaratılmış bu meslek parazitlerin eline düşmüştü. Herkes paranın peşindeydi, nereden geldiği önemli olmayan, gelmesi için ne kadar alçalınması gerekirse alçalınan para! Hedefleri olmayan para avcıları satabildikleri ne varsa satarak kazanıyorlardı bu lanetli değiş tokuş aracını, ruhları dahil. Sadık Murat Kolhan'a danışmadan avukat arayışına düşmesi aptalca olmuştu aslında. Belki polisle olan durum, bir telefonla halledilecek bir şeydi, tabii Sadık Murat Kolhan için. Sadık'ın ofisine vardığında, işe yeni gelen çalışanların arasında girdi binaya ama güvenlik onu danışmaya yönlendirdi. Danışma da randevusuz binaya sokulmasının imkânsız olduğunu açıkladı. Gidebileceği hiçbir yer ve kimse yoktu. Kolhan'ın evine gitmeyi düşündü yine ama bu kadarı fazla saygısızlık olabilirdi. Adamın bir sır gibi saklanan evine başı sıkışır sıkışmaz gidemezdi ki. Binanın önüne çıktı, avluda oturup yağmurun dinmesini bekledi. Aradan geçen bir saat sonra umutsuz bir şekilde son bir kez aradı Kolhan'ın yardımcısını, yine kimse cevap vermedi. Yağan yağmurun çoğalmasına aldırmadan yürümeye başladı. Tekrar savcılığa gidip işi kendisi halletmeye çalışmaktan başka çaresi kalmamıştı. Metroya kadar 10 dakika daha yürüdü. Metronun merdivenlerine vardığında sırılsıklamdı. Yürüyen merdivenlerden inerken telefonu çaldı. Arayan Kolhan'ın yardımcısıydı. Aşağı indiği merdivenlerden koşarak yukarı çıktı. Konuşma sırasında telefonun kesilebileceğinde tedirgin, telaşlı, basamaklarda geçtiği insanların homurdanmasına aldırış etmeden ulaştı yüzeye. Yağmurun altında yaptığı iki dakikalık konuşmada olanları anlattı. Adam sessizce dinleyip Özge'nin lafı bittiğinde, ona Kolhan'ı en yakın ne zaman görebileceğini sordu. Özge hemen diye