21. Duru & Can Manay
Can ve Duru konuşmadan eve varmışlardı. Duru kafasını koltuğa yaslamış, gözlerini kapatmıştı ama uyumadığı belliydi. Can son birkaç saat içinde bir şeylerin ciddi değiştiğini hissediyordu, içi sıkılıyordu ama kurcalayıp içine doğan sıkıntının hayat bulmasını da istemiyordu. Meraktan ölse de Duru konuyu açmadan Duru'nun çıkışta karşılaştıkları kıza ne sorduğunu sormamaya karar verdi. En azından eve girinceye kadar bekleyecekti. Eve girerken başlayan yağmura baktı Duru. Kafasını kaldırıp gözlerini kapattı, yağmurun yüzüne düşmesini hissetti. Can arkasından yavaşça yaklaşmış, kollarını bedenine dolayıp iyice sokulmuş ve başını boynuna koyup kokluyordu onu, aynı ilk birlikte olmaya başladıklarında yaptığı gibi. Duru'nun içinde frenlediği nefret uyandı. Can'ı aşmıştı nefreti, daha kötüsüydü, kendisiydi nefret ettiği. Kendinden nefret eden bir kadın, en çok yakınındaki erkek için tehlikeliydi. Bu, Can Manay'ın tuzaklarında kaybolmasının, onun yemlerine atlamasının, kendi salaklığının, basitliğinin nefretiydi. Can Manay onu koklarken, ellerini vücudunda gezdirip bedenini iyice kendine çekerken derin bir nefes aldı Duru ve Can'dan sakin bir hamleyle sıyrıldı, eve girdi. Kurulanmak için soyunma odasına girdi, uyumak için giyeceği ve tahrik uyandırmaması için özellikle seçtiği kıyafetleri alıp banyoya geçti, soyunurken Can'ın kendisini görme riskini alamazdı. Salona döndüğünde, Can iki kadeh şarapla karşıladı onu. Duru kendisine uzatılan kadehi alıp, eve yayılan kekin kokusunun kendisini çağırdığını söyleyerek mutfağa ilerledi. Açık mutfağın tezgâhında duran kekten bir parça kesti yavaşça, bıçağın
kayışını izleyerek. Can'a bir parça ister mi diye sordu, istemiyordu. Kek falan umurunda değildi Can'ın. Duru'nun bir an önce kendisine açılmasını, bu gece açılmayacaksa da elindeki şarabı içip uyuyakalmasını bekliyordu. Duru'nun yine istekli olmayacağı riskine karşı düşünüp özenle hazırlamıştı şaraba koyduğu karışımı. Bir kadeh içtikten sonra yarım saat içinde kesin uykuya dalacak, en az 6 saat uyanmayacaktı. Onunla istediği zamanı geçirebilmesi ve ona istediği her şeyi yapabilmesi için yeterli bir zamandı. Ama Duru epey acıkmış olmalıydı, dolaptan çıkardığı meyve tabağını da aldı. Can'ın yanına oturdu, "Ohh" diye derin ve yorgun bir nefes alarak meyve tabağını ve kadehini koydu sehpaya ve bir salkım üzüm alıp geriye yaslandı. Ayaklarını Can'a doğru uzatmıştı ki keki unuttuğunu hatırladı, ayağını Can'ın gövdesinde gezdirip mırıldanarak "Kekimi unuttum" dedi Can'ın duyduğu en tatlı şımarıklıkla. Can Duru'dan önce bir öpücük aldı, sonra kalkıp kekini getirdi. Duru ayaklarını Can'ın kucağına tekrar uzatıp geriye kaykıldığında kucağına koyduğu keki yemeye başladı. Can onun ayaklarını okşarken bahçeye bakan pencerelerden giren gecenin gri renginde öylece baktı Duru'ya. Gözlerine hücum eden duyguyu yutkundu. Duru'ya şarabını uzatıp kadeh kaldırdı. Duru dikleşip şarabı alırken, "Var mısın fondip yapalım ama kusarsam saçımı tutarsın!" dedi kıkırdayarak. Can tabii ki de hazırdı fondipe, şarabın uyutacağı o bedene bu gece kesin ihtiyacı vardı. Can gözünü Duru'nun bardağından ayırmadan içmeye başladı ama Duru ilk büyük yudumdan sonra yutkunmak için bardağı indirdi ve gözlerini kısıp tüm tatlılığıyla Can'a meydan okurcasına ikinci büyük yudumla bitirdi şarabı aynı Can gibi. Can Duru'nun kadehini alıp kendisininkiyle birlikte sehpaya koydu ve ona uzandı ama Duru hemen ayağıyla Can'ı göğsünden ittirip geriye yaslandı. Kalan keki ağzına tıkarken "Hâlâ açım ve ayaklarım ağrıyor" dedi. Can savaşmayacaktı, nasıl olsa yarım saat içinde Duru uyuyakalacaktı. Kekini bitirdi, meyvesini yedi, Can ayaklarına dokunurken onu sadece seyredebildi. Güneşin doğmasına saatler vardı, gecenin güzel geçmesi gerektiğine emindi. Kapının açılma sesi olmasa belki de uyanmayacaktı ama Duru'nun yağan yağmurun altında bahçeye çıktığını görünce hemen kendine geldi, kalkıp kapıya ilerledi. Başı fena dönüyordu. Yüzünü yağmura sunan Duru'nun görüntüsü nefes kesiciydi, bir adım daha atamadan kapının yanında çivilenmiş gibi durdu Can. Duru'nun yağmur suyunu yüzünde hissetmesine, ağzını açıp damlaları diliyle karşılamasına, ıslanan kıyafetinin bedenine yapışmasına, iki yana açtığı beyaz, narin kollarının gökyüzüne uzanmasına baktı içinde hissettiği aşkın bu bedende hayat bulmasını izlercesine. Âşıktı ona. Ne gerekirse yapacak, ne gerekirse feda edecek kadar âşık. Duru yağmurla kucaklaşmasını bitirdiğinde sırılsıklamdı, acele etmeden yavaşça girdi eve, gözlerini kırpmadan kendisine odaklanan Can'ı umursamadan durdu açık bahçe kapısında ve şiddetlenen yağmuru seyretti. Can, Duru'nun ıslak bedenine bu kadar yakın olup Duru'ya bu kadar uzak olmanın acısı içinde yaklaştı ona. Dokunmak, teninin sıcaklığıyla onu ısıtmak, ıslak bedeninden yayılan o muhteşem kokuyu içine çekmek, huzur bulmak istiyordu ama fena başı dönüyordu. Kolları Duru'nun bedenine dolandı. Partide içtiği viskinin üstüne şarap ağır gelmiş olmalıydı. Kolları arasında duran Duru'nun kulağına sevgiyle mırıldandı: "Benimle ilgili ne düşünüyorsun?"