1. Deniz
"Duygularınızın sizi ele geçirmesine izin vermediğiniz kadar insansınız! Öfke, nefret, kıskançlık, hayal kırklığı... Bu duyguların kontrolü ele geçirip hemen bir davranışa dönüşmesini engelleyebiliyorsanız gelişirsiniz. Peki ya aşk, sevgi, ümit... Bunların da davranışa dönüşmemesi mi gerekir. Evet, dönüşmemeli! Çünkü hissettiğimiz anda sevmek ya da kızmak, kafatasımızın içinde bulunan ve şu ana kadar bilinen en gelişmiş şeye, beynimize hakarettir. Duyguları hormonlarımız yaratır. Hormonlarımızı beynimizle filtrelemediğimiz sürece kafasının içinde değerli evrenler taşıyan zavallı hayvanlarız" deyip karşısında oturan yüzü yaralı küçük çocuğun kafasına işaretparmağıyla hafifçe dokundu."Bunu kullanmayı öğrenmek için buradayız" diye ekledi. Deniz yerinden kalkarken toprağa çökmüş kızlı erkekli karışık köy çocuklarının tüm dikkati ondaydı. En önde duran iki oğlan çocuğu birbirlerine döndüler. İkisinin de üstü başı biraz önceki kapışmalarından dolayı darmadağındı. Birinin suratında tırnak izleri, diğerininse kaşının yanındaki kızarıklık kavganın sert geçmiş olduğunu gösteriyordu. Deniz, çapasını alıp tarlaya doğru yürürken bu iki çocuk dışında geri kalanlar onu takip ettiler. Köye geldiğinden beri çocukların efendisi gibiydi. Çocuklar dışında kimse ona yaklaşamıyordu, onlardan başka kimseyle iletişim kurmuyordu. Çalıştığı tarlalar ve arada sırada konuştuğu çocuklardı köydeki hayatı. Anne ve babalar da bu durumdan hiç şikâyetçi değildi. Çocuklar onun etrafında olabilmek için çalışıyorlardı. O geldiğinden beri köydeki hayat yetişkinler için bir anlamda kolaylaşmıştı. Gerektiğinde, karın tokluğuna tarlaları çapalanıyor, sulanıyor, mahsulleri toplanıyor, ayıklanıyordu. Çocuklarıysa itiraz etmeden işlerini yapıyorlar, daha fazla iş soruyorlar, üstüne bir de eğitiliyorlardı. Balıkçıların yardıma ihtiyaçları olduğunda Deniz'e söylemeleri yetiyordu. Ne yardım gerekirse yapmaya hazır ve yapan, Yaradan tarafından gönderildiğine emin oldukları ve adından ve konuşmaktan hoşlanmaması dışında hakkında hiçbir şey bilmedikleri bu adamın hikâyesi diğer köylere bile ulaşmıştı. Deli olamayacak kadar aklı başında, hasta olamayacak kadar sağlam bir adam. Toprak işleri olmasa, gündelik yaşantının yorgunluğu olmasa, her gün hayvanlar ve tarla için güneşin doğumuyla kalkmak zorunda olmasa, her gece yorgunluktan yığılıp kalmasa kendini toplayamazdı Deniz. İçini dağlayan ihanetin acısında kaybolur ve kendini bulamazdı. Geriye bakmadan, günbegün çalışarak varabilmişti bu noktaya. Geçmişin hiçbir anlamı yoktu artık, geriye bakmadığı sürece. Sebze taşıyan kamyonlardan birinin arkasına geçip buraya vardığı zamanı hatırlıyordu, sanki öncesi yoktu... Hâlâ müzik yoktu.
2. Özge & Muammer Bey
"Çıldırdın mı sen! Senin oyun olarak gördüğün şey onların adam bile öldürmelerine neden olabilecek bir şey! İzin verirler mi sanıyorsun? Diyelim ki içeri girdin, izin verirler mi senin
ilerlemene, yayılmana! Her an aleyhine kullanabilecekleri şeylerin peşine düşerler, sana tuzaklar kurarlar ve günün sonunda onlar gibi kanına para bulaşmış, satılmış, değerlerini satmış birine dönüşmezsen ya da senin bir açığını bulup kendilerine bağlayamazlarsa anında ipini çekerler. Neden faili meçhul cinayetler var sanıyorsun! Failleri bulunamadıkları için mi? Cinayeti işleyenlerle katili bulması gerekenler aynı olduğu için!" Elini şaklattı Muammer Bey, çıkan "Şak" sesiyle birlikte "İşte böyle, bir anda yok olursun!" diyerek. Ömer her zamanki sakinliğinde "Muammer Abi haklı, bizim gücümüz yetmez bunlara. Kuyrukları birbirinin elinde bir sürü sırtlan. Leşle beslendikleri için çürümüşlüğe ihtiyaçları var. Senin kalbini dağlayan şey onların ağızlarını sulandırıyor" dedi. Özge her adımda hissettiği kırık kolu ve çatlak omzuyla, küçücük salonun bir ucundan diğer ucuna yürümekten yorgundu. Koltukta oturan Muammer Bey'in önünde diz çöktü, sağlam elini onun dizine koydu, hemen yanında oturan Ömer'e baktı, ikisine birden konuştu: "Yaradılışımızın bir nedeni olmalı, değil mi? Buraya yiyip, içip, sıçıp uyumaya gelmedik yalnızca. Bizi rahatsız eden şeyleri değiştirmek için çaba göstermezsek nefret ettiğimiz bir dünyada yaşarken buluruz kendimizi; sürekli kafamızı diğer tarafa çevirirsek bir gün kafamızı nereye çevirirsek çevirelim karşımızda aynı rahatsız edici manzarayı görürüz. Üşenirsek, korkarsak insanlığımızdan oluruz. Ne olursa olsun, sonum faili meçhul bile olsa yapmak zorundayım. Ya desteğinizle ya da desteğiniz olmadan bunu yapacağım. Eğer bana katılırsanız, yardım ederseniz, belki size de zarar vereceğim, belki sizin hayatlarınızı altüst edecek durumlara neden olacağım ama uğrunda ölebileceğimiz şeyler olmadıktan ya da uğrunda yaşayacağımız bir dünya yaratamadıktan sonra, etrafımızdaki yağmaya böylesine seyirci kaldıktan sonra hayatın ne anlamı var. Zaten elime silah alıp meclisi basacağım da demiyorum! Evrenin benden istediği tek şey kıvılcım olmam. Ben ve benim gibi her şeyi göze almış, ne pahasına olursa olsun çakmak için bekleyen diğer kıvılcımlar sayesinde varoluşa hakkını vereceğiz. Biz çakmazsak hakkın ateşi nasıl yansın! Biz korkarsak, saklanırsak zaten korktuğumuz her şey başımıza gelmeyecek mi sanıyorsunuz. Bizi rahat bırakacaklarını mı sanıyorsunuz! Biz üşenirsek, rahat olacağını zannettiğimiz ve rahatlığımızdan taviz vermediğimiz hayatımızın çürümeyeceğini, mahvolmayacağını mı sanıyorsunuz! Karşı koymaya gücümüz varken karşı koymazsak tüm gücümüz bizden alındığında acı çekmeyeceğimizi mi sanıyorsunuz! Ses çıkarmazsak bu haksızlığın dineceğini mi sanıyorsunuz! Büyüyecek, içine sadece haklarımızı değil, özgürlüğümüzü de alan, sevdiklerimizi de yutan bir çığ gibi büyüyecek... Bir kıvılcım... tek bir kıvılcım Muammer Bey. Evren gerisini verecek, yeter ki kıvılcım olabilme cesaretimiz olsun, alevler gelir." Muammer Bey, Özge'nin sağlam elini tuttu sıkı sıkı, "Kendini, sevdiklerini yakma pahasına çakmak istiyorsan çak Özge, kıvılcım ol! Ama şunu bil, 20 yıl önce kıvılcım olmuş biri var karşında. Kıvılcımlar oluyor, sonunda ölüyor ama sistem değişmiyor. Hep onlar kazanıyorlar. Rüşvetle, korkuyla tek tek dönüştürüyorlar karşılarına çıkanları. Hâkimleri bile satın alıyorlar, hakkın satın alındığı bir sitem bu. Sadece para değil, insana hükmetme gücü veriyorlar satın aldıklarına, ne kadar satarsan kendini, o kadar yükseliyorsun. Başka yolu yok, ruhunu satmadan sisteme girebileceğini mi sanıyorsun? Ben sadece uyandırmak istiyorum seni, sistemi yıkabileceğin illüzyonu fenadır, bir geldi mi asla bitmez bu illüzyon. Hayat beni boşuna çıkarmadı karşına, sana yaşadıklarımı anlatayım,