1. Deniz
Değişik köylerden gelenlerin toplandığı kahve bölgedeki üç köyün tek kahvesiydi. Eşeklerin, atların sırtında gelen gençleri, gelinlerinin, torunlarının kolunda gelen yaşlıları izledi Deniz. Bugün bölgenin tek imamı, dedelerin de katıldığı bir sohbet için herkesi çağırmıştı. Çocuklardaki heyecanı görmese gelmezdi Deniz, dinsel bir vaaz dinleyecek havada kesinlikle değildi. Ama Çavuş'un küçük oğlu Mustafa'nın dedikleri ilgisini çekmişti. Çocuk, "Dinleri konuşacağız, yaşamın nasıl yaratıldığını tartışacağız" demişti. Kahvede yaşlı, genç, kızlı erkekli, sandalyelerde, yere serdikleri kilimlerde oturan köylülere dikkatle baktı Deniz, yaradılışın tartışıldığı bir felsefe grubundan çok köy düğünü için hazırlanmış gibiydiler. Bölgenin tek kamyoneti geri kalan yaşlıları getirince herkesin hürmetle kalkıp selamlamasını, yer vermelerini izledi. Çocuklar ve yaşlılar el eleydi. Fark edilmemek için kendi köşesinde hiç kıpırdamadan, imamın selamlaşmaları bitirip ortada boş bırakılan halıya oturmasını izledi. İmamın çevresindeki ilk halkada çocuklar ve yaşlılar, gerideyse köyün geri kalanı vardı. Çaylar dağıtıldı, haller hatırlar soruldu ve imam, Orhan Dede'ye "Hadi Orhan Dede, seni dinliyoruz bugün ne anlatıcan bize" diye seslenince herkes sustu. Orhan Dede kulağındaki işitme cihazını düzeltip konuya girdi: "Zor günler gelipduru ama önemli olan zorluklar değildir, zorluklara rağmen değerleri korumaktır. Şimdiki çocuklara bakıveriyom da şaşırıyom. Pek bi akıllılar, pek bi hızlılar. Soyumuz için bi şeyler yapmak lazım geliveri. Ben bi internet alalım derim." Yaşlıların yanında oturan çocuklar sevinçle yerlerinde zıplarlarken köylüler kendi aralarında kısık bir uğultuyla konuştular. Orhan Dede'nin yanındaki Hatice Nine, "Susun gari! Sağar kulaklarım bile ağrıdı" diye söylenene kadar uğultu devam etti. Konuşmanın bir süresi köylülerin interneti ve bilgisayarı nasıl alacaklarını, nereye koyacaklarını herkesin sırayla nasıl kullanacağını hesaplamalarıyla geçti. Kahveye koymaya karar verdikleri bilgisayarı üç köyün çocuklarının ortak kullanımına açacaklardı. Toprakla uğraşan, tükettiğini üreten insan gelişmiş insandı, paylaşmak bu köylülerin doğasında vardı. Kendini dünyanın en uygar yerinde hissederek dinledi Deniz. İnternetten sonra, yağmurlarla bozulan futbol sahasını düzlemek, kahvenin önündeki çardağı yenilemek, muhtar odasını boyamak gibi kararlar aldılar. İmam konuşana kadar devam etti toplantı. Genç imam, "Nerde kalmıştık?" dediğinde çocuklar hep bir ağızdan, "Hz. Muhammed hastalanmıştı ve sonra cenaze namazı iki kere kılınmıştı." diye hatırlattılar, yaşlılar kafalarını sallarken. İmam anlattı: "Evet, peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in8 vefatı sırasında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer uzaklarda olduğundan peygamberimizin cenaze namazı hem vefatında hem de günler sonra, Hz. Ebubekir ve Ömer döndüklerinde kılınmıştır." Çocuklardan biri kaşlarını kaldırarak tepki verdi: "Peygamberimiz gömülmek için bekledi mi!
Neden hemen gelmediler ki!" İmam anlayışla açıkladı: "Gelemezlerdi çünkü çok uzaktaydılar, o zamanlar yolculukları develerin üstünde yaptıkları için yol uzun sürüyordu." Diğer bir çocuk sorguladı: "Neden Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer uzaklardaydı ki?" İmam, "Mekke, o dönemlerde kıraç dağlar arasında bir vadiye kurulmuş bir şehirdi. Medine ya da Hayber gibi ziraat zengini diyarların aksine, Mekke'nin zenginleri ticaret zenginiydi. Bu anlamda bir tüccarlar şehriydi Mekke. Ebu Kuhâfe'nin oğlu Ebu Bekir o tüccarlardan biriydi. Mekke'nin sayılı zenginleri arasındaydı. Deve kervanlarıyla ticaret yapmak için bölgenin bir ucundan diğer ucuna yollara çıkarlardı. Yüzlerce deveyle ipekler, baharatlar, halılar, kilimler, aklınıza ne gelirse taşır, uğradıkları şehirlerde satarlardı. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem hastalandığında Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ticaret için kervanla yollardaydılar" derken bir çocuk lafa girdi: "Peygamberimiz hastayken niye yalnız bıraktılar onu?" İmam tebessümle anlattı: "Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnız değildi, yanında amcasının oğlu, aynı zamanda da damadı olan Hz. Ali ve diğer sevenleri vardı. Neyse, peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem vefat ettiğinde doğal olarak cenaze namazı kılındı ama kayınpederi Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer şehre henüz dönmediklerinden defnedilmesi için beklendi ve onlar geldiğinde tekrar cenaze namazı kılınarak defnedildi. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in ardından sırasıyla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali halife yani peygamberimizin vekili olmuştur." Çocuklardan biri "Hz. Ebubekir'i kim seçti halife olarak?" diye sordu. İmamın suratındaki karmaşa bir an da olsa kendini gösterdi, sonra sakinlikle, "Hep birlikte karar verdiler" diye cevapladı. Diğer bir çocuk: "Hep birlikte karar verdilerse niye sonra savaştılar?" diye sordu elindeki ekmekten kocaman bir ısırık alarak. İmam cevap verecekti ki bu sefer 4 yaşlarındaki bir çocuk sordu: "Anlamadım ben, Hz. Ebubekir kimdi?" İmam hoşgörülü bir tebessümle açıkladı: "Hz. Ebubekir, İslam'ın yayılmasında peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in yanında olmuş, zenginliğini Müslümanlığı kabul eden kölelere özgürlüklerini vermek için harcamış değerli bir İslam büyüğümüzdür. Rivayete göre peygamberimizin de en yakın arkadaşıydı" dedi ama aynı çocuk, "Peki Hz. Ömer kimdi?" diye sordu. İmam açıkladı: "Hz. Ömer, Mekke'de Beni Adi kabilesinde doğmuş, orta sınıfa mensuptu. Rivayete göre Mekke müşriklerince peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i öldürmek üzere parayla tutulmuşken tesadüfen dinlediği Kuran ayetinden etkilenmiş ve Müslüman olmuştur. Çok güçlü ve iriyarı olduğu için yetenekli bir güreşçidir. Hz. Ebubekir'den sonraki halifemizdir." Çocuklardan biri, "Çok güçlü olduğu için mi onu halife seçtiler?" diye sordu. İmam cevap verecekti ki diğer bir çocuk yorum yaptı: "Hiç anlamadım ben, peygamberimizi öldürmek için görevlendirilmiş biri nasıl halifemiz oldu şimdi!" İmam sakinlikle cevap verdi: "İslam'da önyargı en büyük günahlardan biridir. Önyargıyla düşünmek yerine, sevgiyle kabullenmek gerekir" demişti ki 8 yaşındaki çocuk "Biz önyargılı değiliz