Yan mahalledeki annemin arkadaşına el işi için havlu ve ip götürmüştüm ve dönmek üzereydim ki eve on sekiz yaşlarındaki oğlu geldi. ''Selim abi az evvel gelmiş anne, oradaydım. Ekmeği anca getirdim,'' deyip elindeki poşeti annesine uzattı. Bense duyduğum cümle üzerine vedalaşıp hızla evlerinin bahçesinden çıktım, zaten gitmek üzereydim.
Demek gelmişti! Bugün geleceğini biliyordum fakat gün içerisinde ne zaman buraya varır bilmiyordum. Yan mahallede olacağım zamanı bulmuştu! Gerçi bir şey fark etmiyordu, uzaktan bakacak, sağlıklı olduğunu gözlerimle görecek ve yakınlarımda bulunursa ''Hoş geldin,'' diyecektim. Çocuk olsaydık da koşup oynasak, istediğimiz gibi kavga etsek, sohbet etsek, gülsek, ağlasak, düşsek, kalksak istiyordum bazen. Özleyince sarılsak.
Aklıma ilk kez onlara gittiğimiz zaman geldi. Babası Cihan amca, arkadaşımız Özkan'ın babası Sadullah amca ve babam bir odada oturuyordu. Annelerimiz de bir odada. Ben annemle Perihan teyzenin arasında uzun süre oturduğum yerden kalkmamıştım. Sonra odaya Selim girmişti.
''Yusra gelsene.''
Ben de kafamı iki yana sallayıp ''cık''lamıştım. Tabi Selim ''Kızım anakuzusu musun?'' deyince sinir olup kalkmıştım ve peşinden onun odasına girmiştim.
Odaya girdikten sonra kapıyı arkamızdan kapamış ve biraz ötemde durmuştu. Ben de etrafa bakınıyordum o sırada. Oyuncakları dökmüştü bir köşeye, onun haricinde oda topluydu ve boştu.
O zamanlar kardeşi Buket daha yeni yeni yürüyordu ve annesinin yanındaydı. Ablam ve abimler ise sokakta arkadaşlarıyla oynuyorlardı. Kimse yoktu bu yüzden.
Birden kıyafet dolabının kapağı açılmış, içinden Özkan çıkmış ve ''Böö!'' diye bağırıp ellerini havaya kaldırarak beni korkutmaya çalışmıştı, başarılıydı da. Plan kurup beni korkutmak yanlış bir davranıştı çünkü tribimi çekmeleri gerekecekti.
''Küstüm sizle!'' deyip yatağın köşesine oturmuş ve kollarımı birbirine bağlayıp ne deseler cevap vermemiştim.
O gün de Perihan teyze peynirli poğaça yapmıştı. Selim ise asla peynir yemiyordu. Aklıma bu gelince içimden sinsice sırıtmıştım.
''Eğer birer tane peynirli poğaça yerseniz barışırız.''Selim önce itiraz etse de Özkan'ın da katkılarıyla kabul etmişti. Mutfağa koşup ikisine de birer poğaça uzatmıştım. Özkan çoktan bitirmiş, Selim ise elindekiyle bakışıyordu hâlâ.
''Yemiyorsan ben gidiyorum.''
''Dur dur yiycem şimdi,'' demiş ve suratını buruşturup derin bir nefes aldıktan sonra bir ısrık almıştı. İlk lokmasını çiğnedikten sonra suratı normale dönerek hepsini bitirmişti.
Şaşkınlıkla gülümsemiştik Özkanla. Özkan koşarak Perihan teyzeye ''Selim peynirli poğaça yedii!!'' diye büyük haberi verirken ben de barış için elimi uzatmıştım.
''Yusra sana bir sır veriyim mi? Bana ceza değil ödül oldu bu. Peynir aslında güzel bir şeymiş. Teşekkür ederim.''
Selim'in söyledikleri sinirimi bozsa da sözümü tutup barışmıştım ve bütün akşam oyun oynamıştık üçümüz.
Eskiye dalmıştı yine gözüm. Dalmasın da ne yapsın?
Hızlı adımlarla ilerlerken kalp atışlarımı duyabiliyordum fakat dinlenmeye vaktim yoktu. Adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Etrafa şöyle bir baktığımda kimsenin olmadığını görünce koşmaktan çekinmedim.
Nefes nefese mahalle meydanına vardığımda kalabalığın arasında onu aradı gözlerim. Sonunda buldum da. Manav amcanın elini öpüyordu. Sonra sırayla başkalarına da sarıldı. Babam karşısına geçtiğinde ise sertçe yutkundum.
Hoş geldin diyen ve karşılayan herkes yavaş yavaş işinin başına dağıldığında annesi ve o kalmıştı. Annesi kucaklamaya doyamıyordu oğlunu. Bense gördüm ya, o da yeterdi. Asker beklemek zor şeydi fakat sayılı gün geçmişti işte.
Perihan teyzeyle uzaktan duyamadığım bir şeyler konuştular. Sonra bir kere daha Selim'e sarılıp evlerinin olduğu sokağa doğru gitti. Başını kaldırdığı gibi bakışlarımızın takılmasıyla tekrar zorla yutkundum. Beni fark etmediğini düşünmüştüm çünkü hiç buraya bakmamıştı.
Bu tarafa doğru yürümeye başladığında az önce koşmayı bırakıp durunca sakinleyen nabzımı tekrar duymaya başladım. Aramızda hatrı sayılır bir mesafe bırakarak durduğunda kendimi toparlayıp ''Hoş geldin.'' diyebilmiştim.
Şaşkın ve gülünç suratıma bu kez hafif de olsa, çaktırmamaya çalışıp benim fark ettiğim tebessümlerinden yollamamıştı. Suratı olabildiğine ciddiydi ve anlamadığım bir duyguya bürünmüştü. Onda bir değişiklik vardı. ''Hoş buldum,'' kelimesini bile söylemek istemiyor gibi bırakıvermişti aramıza. Yüreğine oturan bir şey vardı ve bunun korkusu benim de yüreğime oturmuştu.
İçine özlem, gerginlik, sevgi ve şaşkınlık biriken sessizliği dağıtıp her seferinde sorduğu o soruyu yöneltti.
''Atama işi ne oldu?''Öğretmenliği çok severek istemiştim ve mesleğimi yapmak için can atıyordum. Fakat atanamamıştım.
''Aynı,'' dedim üzgün bir şekilde.Başını salladı. O da üzülüyordu bu duruma, söylemese de anlıyordum.
Omca zaman görüşmeyip şimdi karşı karşıya gelmişken konuştuğumuz şeyin bu olması ise ayrı bir garipti.
''Yusra ablaa!''
Bağıra bağıra yanıma koşan amcamın küçük oğlu nefes nefeseydi.''Ne oldu Hüseyin?''
''Deden yine öyle oldu. Babanı bulacakmışsın hemen.''
Düğümlenen boğazımın verdiği sıkıntıyla bakışlarım hızla Selim'e kaydı.
''Sen babanı bul, ben de gidip bakayım.''
Cümlesini bitirip Hüseyinle birlikte koşmaya başladı.
Babam nereye gitmiş olabilirdi ki? Demin buradaydı. Saatime baktım, ezan vakti yaklaşıyordu. Cami! Camideyse telefona da bakmazdı zaten. Ulaşamamaları normaldi. Camiye nefes nefese girip bahçesini taradım. Çoğu kişi içerideydi neyse ki. Babama doğru yürürken beni görüp yanıma geldi ve dedemin tekrar kriz geçirdiğini söylediğimde hızla beraber eve gittik.
Kapıyı yengem açmıştı. Seslerin geldiği yere bakılırsa dedemin odasındaydılar. Kapıda durup içeriye şöyle bir baktım. Selim dedeme derin derin nefes almaya devam etmesini söylüyordu. Dedem de gayet iyi görünüyordu çok şükür.
''Bol bol su içirin. Biraz uyuyup dinlensin. Fenalaşırsa aynı şekilde talimatlar verin ve diline dikkat edin. Olmadı, yine hastaneye götürürsünüz.''
Annem ve babam başını sallayıp teşekkür etti. Selim müsaade istediğinde annem ''Selim'i geçir kapıya kadar kızım.'' deyip bir bardağa su doldurdu. Yengem de ortalığı toparlıyordu.
Dedemi iyi görmek içime su serpmişti. Onu öyle çok severdim ki! Her fenalaştığında kaybettiğim diğer dedemi, anaannemi ve babaannemi hatırlıyordum.
Bana bir tek dedem ve büyük babaannem kalmıştı. Büyük babaannem de günde belli sürelerde oksijen cihazına bağlanıyordu. İkisi de benim için çok değerliydi.
''Çok teşekkürler, Allah razı olsun.'' dedim o spor ayakkabılarını giyerken.
''Amin, hepimizden inşallah.''
''Allah'a emanet ol.''
Derin bir soluk alıp bakışlarını bir kaç saniyeliğine bana yöneltti.
''Sen de Allah'a emanet ol.''⚘⚘⚘
Not :
Selam dostlar!
Hikâye daha eski zaman diliminde geçiyor. Biliyorsunuz ki eskiden "doğu" deyince hemen korku ve ön yargı takip ederdi insanları. Çünkü maalesef fazlasıyla terör olaylarına maruz kalınıyordu. Şimdi şükür ki bu epey yıkıldı. Daha güvenli vatanımızın toprakları. Lütfen bunu göz önüne alarak okuyalım. Kesinlikle doğuyu tehlike ile bağdaştırma niyetim yok. Seviyorum ben oraları bikerem! ;) ♡Not 2 : Bir sürü ahlaksız içerikli hikayeler bir çok oy ve okuma ile ile çıkıyor maalesef. Lütfen ahlak çizgisini geçmeyen ve Allah rızası için bir şeyler yazan dostların hikayelerini okuyup, yıldızlayıp, paylaşmayı unutmayalım. Öne çıkan şeyler güzellikler olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçurumlar İçinde
Short Story- Burada olmanı istemek bencillik mi? + Eğer öyleyse, ben dünyanın en bencil insanıyım. Demişti ama gitmişti. O gidince günlerle ölçülen ayrılıklar haftalara dönmüş, ben de saymayı bırakmıştım. Oysa bana şemsiye uzatabilecek tek kişiydi. Şemsiyem o...