''Anaka'm benim, nasılsın?'' deyip her bir kırışmışlığında yıllar saklı ellerini ellerimin arasına aldım. Babaanem, aslında büyük babaannem. Ona Anaka derlerdi küçüklüğümden beri. Ben de derdim alışkanlıktan.
''İyiyim yavrum, sen pek durgunsun kaç gündur. Ne oldi anlat bakayum.''
Sesini daha iyi duymak için dikkatimi ona vermiştim. Yüksek sesle konuşamıyordu kolay kolay. Fakat yaşı seksenin üzerinde olmasına rağmen iyiydi çok şükür. Konuşması farklıydı biraz. Şehir diline çok yakındı fakat genelde u ve i harfine çevirirdi bazı ünlüleri. Yıllardır burada kalınca laz şivesi kaybolmuş, öyle derdi. Ortaya karışık bir şeyler cıkmış.
Tek ihtiyacı onunla da sohbet edilmesi, ilgilenilmesi ve yokmuş gibi davranılmamasıydı. Bazen bizimkiler sohbete dalar gider, onun sorduklarını duymazdı bile. Oysa Anaka'm onların sohbetlerine ortak olur, önemser ve takip eder, o konu hakkında soru sorardı. Ben bunu fark ettiğimden beri özellikle toplu ortamlarda onunla ilgileniyordum. Hepimizin ihtiyacı buydu aslında. Sohbet, muhabbet, ilgi ve sevgi.
O gülümsemesi yok mu? İçinde neler barındırıyordu! Onun gülümsemesi için senin de gülümsemen yeter de artardı bile.
''Bir şey yok babanem. Hadi şunu takalım.''
Saat sekiz buçuk olmuştu. Oksijen cihazını ayarlayıp küçük boruyu burnuna kondurdum. Sonra tekrar ellerini tutup omzuna yaslandım. Dışarıdan cırcır böcekleri, yanımızdan da oksijen makinasının sesi geliyordu. Neyse ki çok gürültülü bir makina değildi.
Babanemin elindeki iki yüzüğe baktım. Hiç parmağından çıkardığını görmemiştim o iki yüzüğü. Hikayelerini çok dinlemiştim ondan. Gümüş olan yüzük kaynanasından kalmaymış. Büyük dedem evlilik yüzüğü olarak onu vermiş. Siyah olan ise annesindenmiş. Vefatından sonra hatıra olarak almış. ''Bana bir şey olirsa bu yüzükleru senden başkası almasun Yusra'm. Gücenirum. Sen al, hep de sakla. Beni hatırlarsun.'' derdi yüzüklerin konusu açılınca. Ben de ''Sana bir şey olmasın, yüzükler de o ince parmaklarında dursun.'' der sarılırdım.
Balkonun kapısı tıklatıldı.
''Müsait mi?''Duyduğum sesi nerede olsa tanırdım. Selim gelmişti. Fakat başımdaki örtü gerideydi. ''Bir dakika.'' diye seslenip babanemin omzundan kalktım ve başımdaki tülbenti düzelttim. ''Gelebilirsin.''
Balkon kapısının ardından Selim'in solgun yüzü göründü. Babaanemi görünce tebessüm etti ve selam verip babaanemin önünde çömeldi. ''Nasılsın Nuriye ninem?''
''İyiyum oğlum, sen nasılsın?''
''Ben de iyiyim çok şükür. N'apıyorsun bakalım?''
Yerde çömelmiş kalmasın diye kalktım ve Selim'e ''Gel, böyle otur.'' deyip kendim bir sandalye aldım. Anakamın yanına oturdu ve sohbete devam ettiler. Selim, babaanneme gerçekten değer verirdi. Bunu haftada bir kaç kere yaptığı ziyaretlerden de anlayabilirdik zaten.
Bir şeyler ikram edeyim diye düşünüp kalktım ve mutfağa geçtim. Bugün akşam üstü de pasta yapmıştım, kakaolu ve muzlu. Selim'in de kısmeti varmış. Bir tepsiye pasta ve limonata koyup balkona geri döndüm fakat Anakamın cümlesini duyunca içeri girmek yerine kapıda durakladım.
''Selim'im, hanu sen askerden dönünce alacaktun benim kuzumu?''
Kimi? Evin bekar kızı birtek bendim, ablam evliydi. Abilerimin de biri evliydi biri bekar da zaten onlar erkek! Geriye ben kalıyordum.
Bir dakika Anaka'm ne diyordu ya? Selim mi alacaktı? Selim, Anaka'ma öyle mi söylemişti? Beni seviyor muydu gerçekten?''Nuriye nine, Yusra'yı benden daha iyilerine veririz, olur mu?''
Gözlerim dolunca etraf bulanıklaşmıştı. Gercekten seven biri böyle bir cümle kurabilir miydi hiç? Hırkamın koluna yaşları silip tabaktaki pastaya baktım. Kaynanan seviyormuş Selim!
''Olmaz evladum. Ben de asker bekleyen sevdalular gibi senu bekledum Yusra'ylan birlukte. İnsan sevduğunu yarı yola koyar mı?''
''Ama Nuriye nine, ben gideceğim, doğuya. Yusrayı da peşime götürüp kendi ellerimle tehlikeye mi atayım? Hayatını mahvetmiş olurum.
Hem, o benim dönmemi mi bekledi? Yoksa ona söyledin mi?''''Hiçbir şey söylememişim, sözümde durdum. Ben Yusra'yı tanırım, seni beklediğunu tabi anlayacağım.''
Daha fazla burada dikilmemek için balkona girdim. Konuşmayı bölmüştüm, biliyordum. Tepsiyi Selim'in önüne uzattım, teşekkür edip pastayı ve limonatayı alarak önündeki sehpaya koydu. Sandalyeye geri oturup ona fark etmese de kırgın bakışlarımı yolladım. Ortamda can kırıkları ve gerginlik vardı.
''Ben sizun bakışlarınuzdan her şeyi anlarum. Ellerimde büyüdünüz.'' Babaannem bunu Selim'e bakarak söylemişti. Konuştuklarını duyduğumu bilmedikleri için burada konuyu kapatmışlardı.
Şimdi Selim babaanneme askerden dönünce beni alacağını mı söylemişti? Almak sözcüğü de bi garip oldu. Her neyse! Yani beni helali olarak düşünmüştü öyle mi? Şimdiye kadar sezgilerime ve duygularıma güvenerek bu ihtimali düşünmüştüm. Fakat artık elle tutulur bir şeyim vardı.
Evet, hiçbir zaman beni sevdiğini söylememişti veya ima etmemişti. Ben de öyle. Birbirimize karşı bunu hiç dile getirmemiştik fakat gözlerimiz söylüyordu, onlardan biliyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçurumlar İçinde
Short Story- Burada olmanı istemek bencillik mi? + Eğer öyleyse, ben dünyanın en bencil insanıyım. Demişti ama gitmişti. O gidince günlerle ölçülen ayrılıklar haftalara dönmüş, ben de saymayı bırakmıştım. Oysa bana şemsiye uzatabilecek tek kişiydi. Şemsiyem o...