Veee, yeni bölüm bebeklerim... Herkese iyi okumalar... 😉
Maksim'in kendisine elini uzatmasıyla gözlerini o yöne kaydırdı Katya. "İyi misiniz, küçük hanım?"
"Te... Te... Teşekkür ederim." diye kekeleyerek cevapladı Katya kendisine doğru uzanan eli tutup ayağa kalkmaya çalışırken. Ancak sağ ayak bileğinin üstüne basmasıyla acıyla dolu hafif bir çığlık atması ve yeniden yere kapaklanması bir oldu. "Anlaşılan o ki, bileğinizi fena burkmuşsunuz. İzin verin, size yardım edeyim." dedi Maksim yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirirken. Onun bu gülümsemesi Katya'yı korkutmuştu. "Beni tanımış olabilir mi? Az önce o saatin sesini işitip gerçek kimliğimi tahmin etmiş olabilir mi? Ne de olsa o da bir ajan. Onun bizde resmi olduğuna göre benim de onlarda resmim olabilir pekâlâ. Görevimi bir şekilde öğrenmiş olabilir mi?" diye düşünmeden edemedi. Düşüncelerini bölen şey ise ayaklarının yerden kesilmesi oldu. Maksim bir anda onu kucaklamış ve bir bilinmeze doğru götürmeye başlamıştı.
Garip bir şekilde kendini güvende hissediyordu Katya. İçinde bulunduğu durum, görevi, gerçek kimliği her ne olursa olsun, her insanın yaşamak isteyeceği bir duyguya kendini kaptırmıştı. Bileğinin sızısını unutmuş, kollarını Maksim'in boynuna dolamıştı. Sanki "Beni hiç bırakma." der gibi bakışlarla onun koyu kahverengi gözlerine, alaycı gülümsemesine bakıyor, her geçen saniye görevini de kimliğini de unutmaya daha çok yaklaşıyordu.
Neyse ki Maksim tekrar konuşmakta gecikmedi. "Evinizden bayağı uzakta olmalısınız, küçük hanım. Ormanın havası da size pek yaramamış besbelli. Genç bir bayan için fazla duygusalsınız."
"O da ne demek?" Katya, Maksim'in sesini duyar duymaz daldığı düşüncelerden arınmayı başardı.
"Sizi bir anda kucağıma alarak istediğim yere götürüyorum, ancak hiç sesinizi çıkarmıyorsunuz. Tanımadığınız her adam size benim kadar iyi niyetli yaklaşmaz. Dikkatli olmanızı tavsiye ederim." dedi Maksim yüzündeki alaycı gülümsemeyi daha da belirgin hâle getirerek.
O anda arkalarından kahkahalar yükselmeye başladı. Katya başını hafifçe soluna çevirerek Maksim'in omzunun üstünden arkasına baktığında kendilerini takip etmekte olan diğer adamı gördü. Başını tekrar çevirip Maksim'in yüzüne daha dikkatli baktı. Evet, şu an onu kucağında taşıyan adam fotoğraflarda gördüğü o adamdan başkası olamazdı. Ancak arkalarındaki adamın kim olduğu hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi.
Hafifçe yutkunarak kızardığından emin olduğu yanaklarını Maksim'den saklama gereği duymadan "Beni taşımak zorunda değilsiniz. Sizden böyle bir şey istemedim. Bırakın beni yere, kendim yürüyebilirim!" diyerek bacaklarını işveli işveli sallamaya başladı Katya. Maksim'in, bacaklarını sallarken açılan ayak bileklerine ve pürüzsüz baldırlarına birkaç saniye bakakaldığı da gözlerinden kaçmadı. Planını kusursuz bir şekilde devreye sokmaya başlamıştı.
Ancak ortada tek bir sorun vardı: Maksim'in gözleri. Onun gözlerine bakınca yıllar önce Aleksis'in gözlerine ilk baktığı anı hatırlamaktan kendini alamıyordu. Tıpkı o anki gibi elleri terliyor, kalbi tıpkı o anki gümbürtüsüyle kulaklarında yankılanıyordu. "Hayır, Katya, kendine gel! O senin düşmanın, o senin avın. O senin için şimdiye kadar koynuna girdiğin onlarca düşmandan fazlası değil, olamaz!" dedi içinden ve kafasını iki yana hafifçe sallamaya başladı.
"Peki, demek sizi kucağımda taşımam hoşunuza gitti küçük hanım. Madem siz taşımaya devam etmemi istiyorsunuz o zaman ben de indirmem." Maksim'in alaycı gülüşü şimdi bir sırıtışa dönüşmüştü. "Lanet olsun!" dedi iç sesi. "Adamın bakışlarına öyle bir daldın ki ne söylediği duyamadın!"
Tam da o anda zaten yağmaya meyilli olan yağmur gökten boşanırcasına yağmaya başladı. Bir anda üçü de sırılsıklam olmuştu. Neyse ki birkaç metre ötede bir avcı kulübesi vardı ve arkalarındaki adam orayı fark etmekte gecikmemişti. Maksim'e doğru eğilerek "Daha fazla ıslanmadan şu kulübeye sığınsak iyi olmaz mı dostum?" diye sordu.
Maksim birkaç metre ilerideki kulübeye baktı ve kararını verdi. "Tamam, gidelim."
Kulübeye vardıklarında kıyafetlerini sıksalar içinden küçük bir gölet oluşturacak kadar su çıkardı. Katya kızıl saçlarındaki suyu sıkarken bir yandan da Maksim'i izliyordu. Bir an o da Katya'ya bakınca gözleri yeniden kesişti. Ah, o kahverengi gözlerdeki delici bakışlar... Yine Katya'nın aklının başından gitmesine sebep olmuşlardı. Aksi gibi yanlarındaki diğer adam da birden ortadan kaybolmuştu.
Katya, Maksim'in gözlerinin esaretinden kurtulmak için çareyi bir kez daha başını hafifçe önüne eğerek konuşmakta buldu. "Yağmur dinecekmiş gibi durmuyor. Arkadaşınız da gitti. Orman ıssız ve tehlikeli. Başına bir şey..." Sırtındaki sıcaklığı hissetmesiyle cümlesi yarım kaldı Katya'nın.
"O kendi başının çaresine bakar, küçük hanım. Merak etmeyin." dedi Maksim, Katya'nın sırtına bir battaniye sararak yanına otururken. Ardından gözleri yine yanı başında oturmakta olan güzeller güzeli kadının üstündeki ıslanmış paçavradan elbisenin yırtık kısmından görünen baldırlarına kaydı ve istemsiz bir şekilde yutkundu. Gözlerini bu davetkâr baldırlardan ayırması bir hayli zor oldu. Ancak başını kaldırdığında bu kez de Katya'nın yeşil bakışlarında kapana kısılıp kaldı. "Kimsin sen?" dedi tutkuyla dolu gözlerini onun gözlerinden ayıramayarak.
Bu tam da Katya'nın beklediği fırsattı. "Tanrı'nın senin için gönderdiği bir melek." dedi ve dudaklarını hafifçe aralayarak başını onun dudaklarına doğru eğmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL CAZİBE +18
Teen FictionGÖREVLERİNİ HER ŞEYİN ÜSTÜNDE TUTAN İKİ DÜŞMAN AJANIN AŞKI... **** Kulübeye vardıklarında kıyafetlerini sıksalar içinden küçük bir gölet oluşturacak kadar su çıkardı. Katya kızıl saçlarındaki suyu sıkarken bir...