Güneşin batmasına az bir vakit kalmıştı. Jungkook kafasında ki fötr şapka ve siyah takım elbisesiyle yumuşak adımlar atıyordu solan çiçekler üzerinde.
Havaya bir sıkıntı hakimdi. Hayvani iç güdüleri sanki tetikte beklemesi için uyarı gönderiyordu ve Jungkook arada sırada durup çevreyi koklamaktan başka bir şey yapmıyordu.
Ormanda ki gezisine sükunetle devam etti. Neden burada olduğunu bilmiyordu fakat bakışları birini arıyor gibiydi. Elini boynuna götürüp ceketin içinde ki gömleğini düzeltti.
Ve dinledi.
Kuş ve çekirge sesleri duyulmuyordu şimdi. Kasları kuşkuyla gerilirken yavaşça arkasını döndü. Her bir hücresi buradan gitmesi için onu uyarırken, karşısında gördüğü çocukla olduğu yere kilitlenmişti sanki.
Burnuna dolan koku ile gözlerini kapatmamak için zor tuttu kendini Jungkook. Çünkü karşısındaki tepeden tırnağa huzur kokuyordu.
Beyaz yüzü, dolgun dudakları ve alnına düşen siyah saçları, Jungkook'un soğumuş kalbini ısıtırken yüzüne bir gülümseme yerleştiğinden habersizdi.
Çocuk ona ifadesizce ve belki birazda endişeyle bakıyordu. Ürkek bir ceylan gibiydi ve bu Jungkook'un fena halde hoşuna gitmişti. Büyük elleri istemsizce kalkıp, ona dokunmak için uzanırken, aniden yok olmuştu karşısında ki beden.
Şok içinde etrafına bakarken "hey," diye seslenmişti boş ormana. Adımlarını hızlandırıp etrafa bakmaya başladı hızla. Bu sefer ki sert adımları kuru otları ezerken, ufak bir hışırtı çıkıyordu.
Gerginlikten kasılmış boynunu ovdu. Ardından naif bir çığlık duymuştu ilerisinde. Uzun bacaklarıyla çığlığın geldiği yere doğru koştu.
Gördüğü güzel çocuktan gelmişti çığlık. İki vampirin elleri arasındaydı ve başını ipten geçirmeye çalışıyorlardı. Altında küçük siyah bir sandalye vardı.
Jungkook engel olmak için hırsla vampirlere atılacağı sırada sanki araya saydam bir duvar yerleşmiş gibi ileri gidememiş, geriye doğru sendelemişti.
Öfkeyle saydam duvara yaklaştı ve yumruklar savurarak tehdit etmeye başladı.Fakat kendi sesini duyamamıştı..
Afallayarak ellerini kulaklarına götürdüğünde eline gelen kanla birlikte ani bir acı girmişti kalbine. Acıyla haykırmak isterken bile çıkmamıştı sesi.
İki büklüm yere düştü. Acı sanki tüm vücuduna hızla yayılıyor gibiydi. Kıvranırken, dişlerini sıktı ve son gücüyle baktı ipe asılan çocuğa.
Çocuğun küçük gözleri, kendi iri gözleriyle buluştu. Dudakları oynuyordu. Ama Jungkook ne dediğini anlamayacak kadar acı çekiyordu. Küçük bir bakış bile yanan bedenini soğuturken, gözleri istemesede kapanmaya başlamıştı.
Sandalye devrildi ve,
Jungkook'un gözleri tamamen kapandı.
Namjoon, sarstığı bedenin uyanması için dil dökerken Yoongi köşede ki siyah deri koltukta bağdaş kurmuş, kafasını yana eğerek sevgilisinin hareketlerini gözetliyordu.
Öte yandan Jungkook yatakta ölü gibi yatmasına rağmen, acıyla inleyip ter içinde kalmıştı.
"Jungkook..." diyip son kez hızlı bir şekilde sarstı Namjoon ve duyduğu çığlık ile geriye doğru yalpalandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fifty shades of blood, kookmin
Fanfictiontamamlandı ✔️ Kızıl güneş doğdu dünyaya, dökülen kanların imgesi. Ve bir bebek düştü dünyaya, ihanetin son bekçisi. jjk+pjm