Jimin oflayarak önündeki okuduğu kitabı -her zamanki gibi- kapaklarından sertçe birbirine bastırdı. Çıkan tok sesle beraber Jungkook kafasını kaldırıp Jimin'e merakla baktı.
"Sıkılmış görünüyorsun?" diyerek Jimin'e doğru adımladı.
"Çok sıkıldım." Jungkook Jimin'e doğru ilerlerken Jimin heyecanla onu izliyordu. Aralarında mesafe kalmadığında Jungkook Jimin'in küçük ellerini elleri arasına aldı.
"Gel benimle. Seni bir yere götüreceğim." Jimin kafasını sallayıp kendisini çekiştiren vampire itaat etti.
Köşkün arka bahçesi olarak tahmin ettiği bir yere geldiklerinde Jimin havayı içine soludu.
"Hava çok güzel." dediğinde Jungkook bakışlarını onun sevimli yüz ifadesinden çekerek gökyüzüne baktı.
"Öyle. Sıkıldığımda buraya gelirim. Yılın bu zamanlarında burada kafa dinlemek iyi gelir." dedi ve tekrardan ellerini tuttu. "Ama dahasıda var."
Tek eliyle Jimin'in kolunu tutmaya devam ederken diğer elini havada hareket ettirdiğinde önlerindeki birkaç ağaç dalı geriye doğru açılmıştı.
"Burada tüm gün otursan yine de sıkılmazsın." Jimin karşısındaki manzaraya ağzı açık bakarken Jungkook'un anlattıklarını pek de dinliyormuş gibi gözükmüyordu.
Bulundukları yer tam anlamıyla uçurumdu. Yerden yüzlerce kilometre uzak olmasına rağmen, uçurumun aşağısı mükemmeldi. Yeşil rengi çoğunluktaydu fakat rengarenk çiçekler yer yer yetişmişti.
"Burası mükemmel." diyerek ileriye birkaç adım attığında Jungkook arkasından sinsice yaklaşıp kollarını onun beline dolayıp, çenesini omzuna koydu.
"Senin kadar değil." Jimin aldığı iltifatla kızarırken çekinerek belindeki sıkı kollara ellerini yerleştirdi.
"Her defasında bunu yapma. Utanıyorum." dudaklarını bükerek konuştuğunda Jungkook parıldayan gözlerle Jimin'e bakıyordu.
Kızaran yanaklarına birer buse bıraktığında Jimin sıcaklamıştı. Kendini kurtarmak için ileri atıldığında elbette vampir gücüne karşı çıkamamıştı.
"Kaçmaya çalışma Jimin-sshi." diyerek Jimin'i kucakladığında Jimin'in zayıf çığlığı boş arazide yankılanmıştı. İtiraz edemeden kendini Jungkook'un kucağına bulmuştu. Bacakları belinin iki yanında dururken kolları Jungkook'un boynundaydı. Jungkook'un elleri ise Jimin'in ince belini okşuyordu.
"Biz ne zaman bu kadar yakınlaştık Jimin?" Jungkook gözleri kapalıyken konuştuğunda Jimin bunun verdiği rahatlıkla gözlerini vampirin yüzünde gezdirdi.
"Bilmiyorum Jungkook, bilmiyorum." Kısık sesiyle mırıldandığında Jungkook gözlerini araladı.
"Çarşıda karşılaşmamızda dahi seni hiçbir zaman yabancı olarak göremedim. Sen hep vardın, varlığım varlığını hep hissetti. Çünkü benim için en iyisi sensin." Jungkook gülümseyen gence bakıp iç çekti.
"Seni seviyorum, büyü ıvır zıvırı umurumda değil. Çünkü duygularımın 'büyü' olmadığını biliyorum. Eğer burada bir büyü varsa o da senin güzelliğinin benim üzerimde bıraktığı bu sarhoş edici histir. Bana bak bir Jimin, kaç yüz yaşındayım ama senden sonrası benim miladım."
"Jungkook, ben..." kollarını nazikçe Jungkook'un boynuna doladığında cümleye nasıl başlayacağını bilmiyordu. Sıkıca sarıldığında dudaklarını omzuna bastırdı.
"Ben de seni seviyorum. Ama korkuyorum." Jungkook, Jimin'in korkusunu anlamıştı. Jimin'i kendisinden uzaklaştırıp yüzünü avuçları arasına aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fifty shades of blood, kookmin
Fanfictiontamamlandı ✔️ Kızıl güneş doğdu dünyaya, dökülen kanların imgesi. Ve bir bebek düştü dünyaya, ihanetin son bekçisi. jjk+pjm