Güneş ilk ışıklarını gösterirken, evin kapısı yeniden gürültüyle çalındı. Bu uyuklayan Jimin'i yerinde sıçratmış, aceleyle ayaklanmasına sebep olmuştu.
"Sen otur, Jimin."
Yoongi sessiz ve gergin ortama uygun olarak fısıltıyla söyledi. "Ben açarım.""Tamam." Usulca kafasını salladı ve kendini arkasında ki koltuğa bıraktı Jimin.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Jungkook, Seokjin'le konuşmak için evden ayrılmıştı ve saatler boyu onun dönmesini beklemişti Jimin. Son anlara doğru dalmış olmalıydı çünkü hala uykusuz ve yorgun hissediyordu kendini.
Olduğu yerde bağdaş kurup, aşık olduğu adamın kapıdan içeri girmesini bekledi. Bu küçük saat diliminde bile onu deliler gibi özlemiş ve onun için endişelenmişti. Biliyordu, Jungkook güçlüydü fakat Jimin istemsizce ürküyordu olanlardan. Bu yüzden sakin duruşunu korudu.
Sevgilisi onlarca sorunun ardından bir de kendisiyle uğraşsın istemiyordu.
Onu beklerken gözlerini odada gezdirdi. Hoseok koltuğun köşesine sinmiş, oturuyordu. Uyuyor muydu yoksa hala şokta mıydı bilemedi. Hoseok için cidden üzülüyordu.
Lisa ve Jennie'de birkaç saat önce Chaeyoung'u da alarak başka odaya gitmişlerdi. Jennie ile aralarının hala limoni olduğunu hatırlayınca içini çekti Jimin. Artık kızgın değildi fakat üst üste gelen olaylar yüzünden onu ihmal etmişti. Gün geçtikçe kapılarına yaklaşan savaşı da hesaba katarsa, artık gerçekten Jennifer ile konuşup aralarını düzeltmeliydi.
O hala en yakın arkadaşıydı.
Holden gelen fısıltıları duyunca dikkatini o yöne verdi. Ardından kapı yavaşça aralanmış, Jungkook kafasını içeriye uzatmıştı.
"Bebeğim.. Hadi odamıza gidelim."
İçinde yaşadığı kalp çarpıntısına rağmen, dışından sessiz olmaya çalışarak ayaklandı küçük olan. Kendini kapıdan dışarı attığında, Jungkook'un Yoongi'ye "sen de dinlen artık," dediğini işitmişti.
"Hoseok'u da alıp odama geçeceğim birazdan," diye karşılık verdi Yoongi. Yüzünde tüm olanlara rağmen hafif bir tebessüm belirmişti. Ardından Hoseok'un yanına doğru ilerledi. Avcı, pozisyonunu bozmadan oturmaya devam ediyordu.
Jungkook, onu odalarına yönlendirdiğinde gerisini görememişti.
"Neler oldu?" Meraklı bir ifadeyle sordu."Seokjin geldi. Öğlen toplanıp konuşacağız her şeyi."
Jungkook üzerinde ki siyah uzun paltoyu çıkararak büyük yatağa oturdu. Oldukça yorulmuş görünüyordu. Saçları dağılmış, gömleği hafifçe kırışmıştı. Buna rağmen hala mükemmel görünüyor ve Jimin'in kalbini hızlandırmaya devam ediyordu."Sen neden uyumadın? Gözlerin şişmiş." Bu sefer gömlek düğmelerine uzanmıştı büyük olan. Uzun parmakları düğmeleri tek tek açarken, Jimin ona cevap vermemiş ve ani bir karar vererek yatağa doğru ilerlemişti. Büyük elleri küçük parmakları arasına aldı, Jungkook'un şaşkın bakışları üzerinde geziniyordu.
"Ben soyayım mı seni?"
Dediğinin farkına vardığı an, kan yanaklarına hücum etti fakat duruşunu bozmamıştı."Ne?"
"Şey.. Sende çok yorgun görünüyorsun da. Ben giydireyim mi seni?"
'Ve belki de biraz sana dokunmak istiyorumdur' diye de geçirdi aklından.
Jungkook'un bakışları hala şaşkınlık doluydu fakat onun yanında çeşitli duyguları ifade eden parıltılar da eklenmişti büyük gözlerine.Kısa bir kıkırdama yankılandı odada. Ardından yanakları sevimlice kızarmış ve ona istekle bakan çocuğu belinden yakaladığı gibi kucağına oturttu Jungkook. Jimin'se şaşkınlıkla kollarını geniş omuzlara dolamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fifty shades of blood, kookmin
Fanfictiontamamlandı ✔️ Kızıl güneş doğdu dünyaya, dökülen kanların imgesi. Ve bir bebek düştü dünyaya, ihanetin son bekçisi. jjk+pjm