Arthur'un ölümünün üzerinden uzun zaman geçmişti. Camelot'ta hayat yavaş yavaş normale dönüyordu. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değildi. Geceler gündüzleri kovalıyordu belki ama zaman Artuhur'un ölümüyle durmuş gibiydi. Halk bir daha asla mutlu olamadı. İçten içe kan ağlıyorlardı. Doğa bile bu yasa ortak oluyordu sanki. Güneş kapılarını Camelot'a kapatmıştı, Hava hep bulutluydu her an gökyüzü ağlayacakmış gibi...
Kahinlerin, Arthur'un Laneti dediği o kanlı savaştan sonra krallığı tehdit edici durumlar ortadan kalkmıştı. Çevre krallıklarla müttefik olunmuş sakin ve savaşsız bir döneme girilmişti...
Gwen, Kralın ölümünden sonra ruhen çökmüş saçlarına beyazlar hediye etmişti. Savaştan sonra arama çalışmaları devam etse de başta kardeşi Elyan olmak üzere birçok Camelot Şövalyesinden bir daha haber alınamamıştı. Kardeşinin kaybolması Arthur'un bu dünyayı terk etmesi ona çok ağır gelmişti. Dinmek bilmeyen bir sızı sürekli içini yakıyor ve nefes alamıyordu. Merlin'in kudretli bir büyücü ve ejder efendisi olduğunu savaştan sonra öğrenmişti. Ona karşı tavırları hala ilk günkü gibi sıcak ve samimiydi asla tepki göstermedi, yargılamadı aksine Arthur'un hep yanında olduğu için ona minnettardı.
Gwen, Arthurun bir gün yeniden doğacağını ve kuracağı yeni dünya yani Albion'u biliyordu. O yüzden emaneti olan krallığa en iyi şekilde sahip çıkıyordu. Arthur'un yeniden doğacağını bilmek ona bir nebze olsun yaşam gücü veriyordu.
Peki bütün bunlar olurken Merlin ve Gaius'a noldu? Sorunuzu duyar gibiyim. Merlin, içindeki günden güne büyüyen o muazzam güç sayesinde hala ilk günkü gibi genç ve güçlüydü. Ancak Arthur'u kurtaramamanın verdiği acı ejder nefesiyle dövülmüş bir kılıcın açtığı yara kadar zehir dolu ve ebedi kalmıştı. Gaius ise ölmeyi beklese de Merlin'in yaptığı ölümsüzlük büyüsüyle yaşı dondurmuştu. Çünkü Merlin Gauis'i kaybederse dünyada kimsesi kalmayacaktı. Gaius her ne kadar büyü yapmasa da onun bilgeliği olmadan asla yapamazdı...
Camelot'ta kralın ölümünden sonra büyüye duyulan nefret daha da arttı. Merlin'in artık bir büyücü olduğu ortaya çıkınca halk bütün bu olanlardan onu sorumlu tutmaya başladı. Dışlandı yeri geldi taşlandı. Halbuki bilselerdi Merlin'in Arthur'u her zaman koruduğunu yine de böyle davranırlar mıydı? Gaiusu da bu kötü muamelenin içine sokmak istemedi. İkisi de krallıktan ayrılıp Ealdor'a gitmeye karar verdiler. Gwen yine de onları ziyaret ediyor ve Arthur'un yeniden doğuşu ile ilgili bilgi edinmeye çalışıyordu.
Merlin, elinde değişik şifalı otlarla geldiğinde Gauis çoktan yemeği hazırlamıştı. Merlin'in kehanetle ilgili yeni bir şey bulabildiğini ümit ederek ona meraklı bir ifadeyle baktı. Merlin düz bir sesle: "Bugün de bir şey olmadı ne bir his ne bir kıpırtı hiçbir şey hissetmedim. Hissetmek için ne yapmam gerektiğini bile bilmiyorum ki..." Gauis, aldığı nefesi sesli bir şekilde verdi ve elindeki tabağı masaya bırakarak "Merlin..." Sesinde tarif edilemeyen bir hüzünve çarisezlik vardı. Ancak bunu gizlemeye çalışıyordu." Arthur'un ölümünün üzerinden çok uzun zaman geçti. Şimdiki zaman bu gerçekleri kaldıracak gibi durmuyor. Yeryüzündeki son büyücü sensin. Sorularının cevaplarını sadece kendin bulabilirsin. Bazı cevaplar kitaplarda yazmaz. Cevaplar içimizdeki güçte saklıdır. Sen bu cevabı bulmak için yeterince güçlüsün. Eminim cevapları bulacaksın.
Gaius' un tedirginliği sesine de yansımıştı. Arthur'la kaderleri birleştiğinden bu yana genç omuzlarına o kadar yük binmişti ki... Bir gün gerçekten pes edecek diye çok korkuyordu. Merlin, Gaius'un her zaman olduğu gibi bu sefer de haklı olduğunu biliyordu. Ancak son görevi olan Albion'un doğuşu konusunda ne yapacağı dair hiçbir fikri yoktu. Cevapların Kutsanmışlar Adası'nda olduğunu biliyordu. Gücünün de farkındaydı ancak oraya yani Kutsanmışlar Adası'na bir ejderha olmadan asla gidemezdi. Kendi imkanlarıyla gitmesi de neredeyse imkansızdı çünkü hem çok uzun sürer hem de Kutsanmışlar Adası'nın bekçileri davetsiz misafirleri pek de sevdiği söylenemezdi. Yemeğini yer yemez kendini ormana attı. Yürüdü yürüdükçe zihninde ardı arkası kesilmeyen düşünceler de onu bir gölge gibi takip ediyordu. Belki de efsanenin gerçekleşmesinin zamanı değildi çünkü Kilghara yani son büyük ejderha son nefesini vermeden hemen önce Arthur'un yeniden doğacağı günü kendi içinde hissedeceğini söylemişti. Ancak önde o kadar çok öğrenmesi gereken şeyler vardı ki. Aklı gerçekten çok karışmıştı. Kutsanmışlar Adasına giden yolun içindeydi ve kafasını Kutsanmışlar Adasına çevirdiğinde içine yine bir hüzün ve suçluluk duygusu kapladı. Hala ölümünden kendini sorumlu tutuyordu. Büyük ejderhayı bir kere dinleseydi belki Arthur ölmeyecekti. Belki de böyle zorlu savaş asla olmayacaktı. Artık ona yol gösterecek biri de kalmamıştı. "kim var orda?". Sessizliği bıçak gibi kesen bir ses duydu. Sesin geldiği yönü bulmaya çalıştı ancak ses her yerdeydi. Gözlerini kapattı. Seste muazzam bir güç vardı bunu hücrelerinde hissediyordu. Büyüyle her şeyi yavaşlattığında Kutsanmışlar Adası'ndan gelen bu sesi çok net duyabiliyordu. "Bu ses" dedi kendi kendine. "Aithusa yaşıyor mu yoksa?" İçinden ihtimalleri geçirdikçe iyice sabırsızlanıyordu. Eğer küçük ejderha yaşıyorsa Arthur'u kurtarmak için vakit yakın demekti. "Sanırım zamanı geldi" Bunu söylerken Arthur'u ne kadar özlediğini farketti. Merlin'in morali az da olsa düzelmiş, içindeki ümit ağacının dalları yeşermeye başladı. Hava kararmadan bu heyecanlı haberi vermek için Gaius'un yanına döndü....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALBİON
FantasyEFSANE ŞİMDİ BAŞLIYOR! CAMELOT'UN GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK KRALI ARTHUR PENDRAGON BÜYÜNÜN VE DOĞRULUĞUN SAVAŞIYLA YENİDEN DOĞUŞU VE ALBİON TOPRAKLARININ BAŞINA GEÇİŞİNİ BİR HAYRANIN HAYALİNDEN DİNLEMEYE HAZIR MISIN? O ZAMAN ALBİON'UN KAPILARI SENİN İ...