YENİ BİR GÜN

27 2 1
                                    

3 Ay Sonra

FURKAN

Rutubetten sararmış perdelerden sızan gün ışığıyla daha önce yaşanmamış bir güne gözlerimi araladım. Ayılmak için yerimde debelenirken karşı çekyatta yatan Efe'nin hala rüyalar âleminde olduğunu fark ettim.

Yattığım çekyatın dayalı olduğu duvardaki saate baktığımda saatin yediyi çeyrek geçtiğini gördüm.

Çekyattan ayaklarımı sallandırıp bir süre öylece yere baktım. Uyanmam gereken saatten kırk beş dakika erken uyanmıştım. Tekrardan uykuya dalamayacağımdan merdivenin korkuluklarına astığım kemerinde kılıfıyla birlikte sarkan tabancamın ve dalgıç bıçağının olduğu siyah kot pantolonumu ve mavi kısa kollu tişörtümü alıp üstümdeki pijamalarla hızlıca değiştirdim. Koltuğun altına attığım çorapları ayaklarıma geçirdikten sonra deniz kokulu tuvalete yöneldim.

Her gün bulduğumuz kamyonetle denizden doldurduğumuz su bidonuna kafamı çarpmamak için eğilerek tuvalete girdim. Diş fırçalama ve diğer işlerimi hallettikten sonra önce tuvaletten sonra evden sessizce çıktım.

Verandanın sonuna yürüyüp ayakkabılarımı giymek için merdivene oturduğum sırada evin karşısındaki voleybol sahasından çapa sesleri duydum. Bağcıklarımı bağlayıp voleybol sahasına doğru yürüdüm ve orda üç ay önce ektiğimiz ekinlerle uğraşan Aynur Teyze ve Hasan Amca ile karşılaştım.

Rotamı onlara çevirip yanlarına gittim. Selamlaştıktan sonra "Yardıma ihtiyaç var mı?" diye sordum. Hasan Amca başını sallayıp futbol sahasını göstererek "İneklerin çitlerinin yanındaki iki kovayı görüyor musun? Onları getirebilirsen çok sevinirim." dedi. Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi ve "Seve seve" diyerek futbol sahasına yöneldim.

Bu yaşlı çifti çok seviyordum, insanın içini ısıtan bir yakınlıkları vardı. Onları, iki ineği, bir horoz ve yedi tavuğu avarelerin istila ettiği çiftliklerinden son anda kurtarmıştık.

Kovalara yaklaştıkça içlerinde olan şeyin gübre olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kovalara yüklenip tekrardan yanlarına gittim.

Kovaları teslim edip iyi dileklerini aldıktan sonra yanlarından ayrılıp kafeye doğru yol aldım.

Kafeye yaklaştıkça içerden bir holdingin yemek hanesinden aldığımız tabildotların birbirne çarpma sesleri duyulmaya başladı.

İçeri girdim ve kahvaltıyı hazırlamakla meşgul olan Ezgi, Melisa ve Zeynep Abla'ya selam verdim. Zeynep Abla'yı ve kocası olan Yiğit Ağabey'i tabildotları bulduğumuz holdingte hayatta kalmaya çalışırken bulmuştuk ve yanımıza almıştık.

Duvara doğru yürüyüp bir bantla beceriksizce yapıştırılmış olan keşif listesine baktım. Bu gün Berk, Efe, Ece ve ben çıkacaktık.

Erzağımız şu anda gayet yeterliydi ve yirmi bir kişiyi en az bir ay idare edebilirdi. Bu yüzden bu günlerde yaptığımız keşiflerde amacımız yiyecekten ziyade kışlık giysiler, battaniye ve ısınabilmemizi sağlayacak gereçler bulmaktı.

Çünkü yaz bitmişti ve Eylül'ün sonlarına geliyorduk. Kaldığımız evler bizi ne kadar dış çevreden korusalarda neticede yazlıktı ve kışın barınmamız için yetersiz olacaktı.

●●●

Saat sekiz buçuk olduğunda herkes kafede yemeklerini almak için sıraya girmişti.

Üç çeşit yemekle kahvaltımızı yapmak için masalara oturduk. Bu gün sitede değişik bir enerji vardı. Daha önceleri olan sessizlik yerine beş farklı masa da derin sohbetlere dalmıştı.

The Age Of The Walking DeadHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin