Bölüm 1- Şanssızlık

626 41 9
                                    

Hayatımdaki en kötü gündü galiba. Daha ne kadar şanssızlıklarla dolu olabilirdi ki. İnsanlar adaya tatil için gelir. Ya ben? Patronum, aynı zamanda kendisi sevgilim olur, beni bu adaya önemli bir toplantıya katılmam için gönderdi. Gel gelelim ki hiçbir yere geç kalmayan ben bu toplantıya geç kaldım. Adamlar yaklaşık 2 saat beni beklemişler. Ee doğal olarak biraz sinirli ve gerginlerdi ben gittiğimde. Toplantının ilerleyen dakikaları sunumlarımı ve projelerimi anlattığım zaman her şey yoluna girmiş gibi görünüyordu. Ta ki içlerinden biri elimdeki ize terbiyesiz bir benzetme yapana kadar. Tabii sonrasında tüm eşyalarımı hızlıca toparlayıp orayı terk ettim. Vapurun gelmesine daha 2 saat vardı. Yakınlarda açık bir cafe aradım. Gerçi bu yağmurlu havada açık hiçbir yerin olacağını düşünmüyordum. Yine de etrafa bakınmaktan kendimi alamadım. İleride açık olduğunu düşündüğüm şirin bir cafe vardı. 2 saatimi burada kahvemi içerek ve kitabımı okuyarak geçirebilirdim. Tam bunlara odaklanmayı düşünürken telefonum çalmaya başladı. Çantamın içinde bir şeyi bulmak adeta tüm mağazaları gezip 48 numara ayakkabı aramaya benzer. Ben telefonu bulana kadar çalmayı bıraktı. Ve tam elime aldığım sırada yine titremesiyle yere düşmesi bir oldu. Orada oturup ağlayabilirdim. Daha yeni almıştım ben o telefonu. İçimden umarım bir şey olmamıştır diyerek yerden aldım. Ekrana bakmamla lanet olsun demem bir oldu. Ekran kırılmıştı. Dokununca çalışmıyordu. Bugün gerçekten iğrenç bir gündü. Cafenin sahibi yanıma geldi ve masaya bir dilim pastayla beraber bir de kahve  bıraktı. Beni telefona çaresiz bir şekilde bakarken görünce

''Merak etme kızım buralarda fırtına çıkacağı zamanlar zaten telefonlar çalışmaz. Üzülme boşu boşuna.'' 

Üzülmemek elde değil ki. Ama yine de yanıma geldi söyledi. İstanbul'da olsak teselli etmeyi bırak dönüp bakmazlardı. 

 “Teşekkürler amca. Zaten iki saat sonra gideceğim. Bu arada ne zaman fırtına çıkacak?''

'' Akşama doğru çıkar diye tahmin ediyorum.''

İçeriye bir kedi girdiğinden dolayı onunla ilgilenmeye gitti. Bende kahvemi yudumlamaya başladım. Bir yandan da buraya gelmeden önce yolda okumak için aldığım kitabı açtım. Kitap okurken sanki o kitabın içine giriyordum. Kitapla bütünleşerek okuyordum. Ana kahramanın duyguları nasılsa okurken bende de öyle oluyor, o ağlıyorsa bende ağlıyordum. Sadece kendimin böyle olduğunu düşünüyordum uzun zaman önce. Ama lisede en yakın arkadaşım olan insanı bulana kadar, Miray. O da benim gibiydi. Bir aralar sürekli kitaplardan konuşuyorduk. Hem bunları düşünüp hem de okurken saatin nasıl ilerlediğinin farkına varmadım. İleriden bir vapur sesi gelince aceleyle eşyalarımı topladım. Tabi hepsini kucağıma almaya toplamak denirse. Vapuru kaçırmamak için ayağımdaki topuklu ayakkabılara aldırmayarak koşmaya başladım. Bir adım önümü göremeyecek duruma gelmiştim. Yoğun bir sis vardı. Ama aklımda sadece vapuru kaçırırsam neler olacağı vardı. Cem bana kızacaktı hem de çok. İlk olarak toplantıya geç gitmiştim. Sonra orayı terk etmiştim. Büyük ihtimalle arayan da Cem’di. Asla iş ve duygusal hayatı birbirine karıştırmazdı. Tabii bu iyi bir şey ama bazen ayrıcalıkları  hak ettiğimi düşünmeden edemiyordum. Aklımda bunlar varken koşmaya devam ettim. Ta ki biriyle çarpışana kadar. Bacağım acıyordu. Kesin burkulmuştu. Neden bugün bu kadar berbattı ki…

...TESADÜFLER...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin