Bölüm 10 - Hoşça kal

288 20 3
                                    

Evet beklenen gün gelmişti. Sarp'ın da benim de beklediğimiz gün sonunda gelmişti. O gitme vaktinin gelmesinden çok memnun gözüküyordu. Gözleri bu üç günde göremediğim kadar parıltılıydı. Büyük bir heyecanla gömleğini saçma şekillerde katlayarak yanında getirdiği küçük çantaya yerleştirdi. Saçları yeni uyandığını belli edercesine karmakarışıktı fakat bu hali bile mükemmel görünüyordu. İlk gün sakalları çıkmamıştı. Şimdi ise yanağına dokunmaya cesaretim olsa parmaklarıma batacaklardı. Onu heyecanlı ve mutlu görmeyi seviyordum. 

Ben ne haldeydim? Biraz mutsuz, üzgün ve hiçbir şeyden emin olmayan bir ruh haline bürünmüştüm. Onu bir daha göremeyecek olmak kötü hissettiriyordu. Ama ben güçlüydüm çünkü şartlar beni güçlü duruma getirmişti. Hayatıma giren ve daha sonra da öylece çıkan üç gün birlikte vakit geçirdiğim öylesine bir insan gibi düşünmeliydim.

''Hazır mısın baş belası? Çıkalım mı? ''

''Tamam ama Hasan amcaya veda etmemiz gerekmez mi? '' 

''Bence gerek yok ama istersen sen onun evine gidebilirsin. Ben seni bekliyorum.''

Ne kadar da düşüncesiz davranıyordu. Adam bize güvenip evini açmıştı fakat teşekküre bile gerek duymayan biriydi Sarp. Büyük ihtimalle şu an sadece evine döneceği için mutluydu, gerisini önemsemiyordu. Normalde de böyle biri olamazdı. Ama ya gerçekte de böyle biriyse? Belki de bu üç gün tamamen yalandı; güzel rol yapabilen biriydi ve bana da o rollerinden birini yaparak iyi, anlayışlı biri gibi göstermişti kendini. 

Sokağın dönemecinden dönünce karşımda küçük şirin evi gördüm. Çatısında yeşil kiremitler vardı. Pencereler kalp şeklindeydi ve pencerelerin önünde inanılamayacak güzellikte, ismini bile bilmediğim birçok çiçek vardı. Hasan amca beni görmüş olacak ki kapıya çıktı. Elinde en sevdiğim çiçekler olan papatyalar vardı. Belki kokuları yoktu papatyaların fakat onlar annemi çağrıştırıyorlardı. Saf ve temiz, bembeyaz; tıpkı bir  melek gibiydiler. 

''Teşekkür ederim Hasan amca, her şey için minnettarım.''

''Hiç önemi yok kızım. İstediğin zaman gel, kapılarım her zaman açık.''

''Çok teşekkürler tekrar. Çiçekler içinde.''

''Sarp oğlumu göremedim. Gitti mi? ''

Beni nasıl zor duruma düşürmüştü. Ne olurdu gelse ve teşekkür etseydi. 

''O ileride bekliyor, teşekkürlerimi iletmemi istedi.''

''Tamam kızım. Yolun açık olsun.''

Ne kadar da iyi bir insandı. Beyazlamış saçları, çizgili gömleği ve o yeşil kemeri onu dünyanın en tatlı yaşlısı yapıyordu. 

Arkamı döndüğümde Sarp karşımda belirdi. Hasan amcaya elini uzattı.

‘’Her şey için teşekkürler, bize evinizi açtınız.’’

‘’Lafı bile olmaz oğlum, iyi yolculuklar.’’

Sarp elimdeki küçük sandığım ama onun iş gezisi için devasa diye tanımladığı çantamı aldı.

‘’Bunun içinde ne taşıyorsun Serra, yüzlerce insanı öldürüp içine atmadığından şüpheleniyorum.”

“Hani gelmeyecektin?”

“Geldim, hesap mı soruyorsun?”

“Of tamam Sarp. Hadi yürü, tekrar kaçırmak istemiyorum vapuru.”

“Ne o prensesimiz sıkıldı mı bizden? “ Kaşlarını çatarak alaylı gülüşünü tekrar ortaya koymuştu fakat sanki yüzünde rahatsız bir ifade var gibi bakıyordu. Bu rahatsızlığı göstermemek ister gibiydi.

“Ben değil de sen yeterince sıkılmış gibi görünüyorsun.” Bu sefer sitem etme sırası bendeydi. Kaşlarımı çattım ve endişeyle cevabını bekledim.

“Bunu da nereden çıkarttın?” Şaşırmış gibi görünüyordu. 

"Öyle görünüyordun, mutlu ve buradan bir an önce gitmek ister gibi Sarp.”

Olduğu yerde durdu ve bana doğru dönerek “Burada güzel üç gün geçirdim Serra. Gerçekten eğlenceli ve hastalık hastası bir insan olduğunu öğrendim.” Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. “Fakat orada beni bekleyen işler, insanlar var. Bir yandan mutluyum fakat bir yandan da içimde bir burukluk var. Bunu anlıyorsun değil mi?”

“Anlıyorum tabi ki. Beni de bekleyen işler ve insanlar var.” İnsanlar kelimesini üstüne basa basa söylemiştim ve o da yüzüme biraz tuhaf bir ifadeyle baktı. Belki biraz kıskanmış olabilirim onu fakat yüzüne söyleyecek kadar cesaretli değildim. 

Biz bunları konuşarak oyalanırken ileride vapurun geldiğini gördük. Vapuru bir daha kaçırmak ikimiz için de iyi olmazdı bundan dolayı elimizden geldiğince hızlı koşuyorduk. Vapurun önüne geldiğimizde durdu ve yanağıma bir öpücük bıraktı. “Umarım daha sonra görüşürüz Serra.”

İkimizde farklı vapurlara biniyorduk. Bundan dolayı erken veda olacaktı ve bu beni daha da üzüyordu.

“Hoşça kal Sarp.” Gözlerimden iki damla yaş düştü. Ben bile inanamazdım böyle olacağına fakat üç gün içinde birinden hoşlanabilmiş, birini sevebilmiştim.

 İşte Sarp gitmişti ve kendi düşüncelerimle baş başa kalmıştım. Ben düşünürken birden karşıma çıkan ve alaylı gülüşlerini atan, sadece o gülüşlerle bile beni mutlu edebilen Sarp yoktu yanımda. Hasta olduğumda kahve yapan, rüyalarımda beni öpen Sarp yoktu. Belki bir gün tesadüfen karşılaşırdık tıpkı üç gün önce o çarpışmada olduğu gibi. Ama o güne kadar yine kendimi yalnız hissedecektim.

Üç gün gözlerimin önünden geçti. Çarpışmamız ve kendi doğrularımızı kabul ettirmek için çabalamamız, olağanüstü yemekler yapması ve bana obur dediğinde bile ona kırılmamam, kral ve kraliçe evlidir dediğimde ki bakışı ve beni büyüleyen gözleri.

Gözlerimi denize diktim ve daha sonra da parıldayan güneşe baktım. Denizin maviliği ve güneşin turuncu - sarı karışımı ne kadar da uyumluydu. Fakat o uyumlulukta bile ölümcül seçeneğim Sarp aklıma geliyordu. Ne kadar da etkisi vardı üzerimde.

Belki telefonunu isteyebilirdim ama o da isteyebilirdi. O istememişti neden ben isteyeyim ki? Zaten benimle konuşmak istediğini de sanmıyordum.

Denizin derinliklerini görmek istercesine aşağıya dikkatle baktım ve “Hoşça kal Sarp.” dedim. 

...TESADÜFLER...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin