9.1

1K 81 142
                                    

Onuncu sınıfın ilk günü, normal bir döneme uyandığımı düşünüp okulda beklememle başladı her şey. Ama arkadaşının sırtına atlayıp okula giren o gözleri kısık çocuğun yaptığını bugüne kadar yapabilmiş bir tek insan yoktu hayatımda.

Elimdeki topu unutup kahkahasının geldiği yöne döndüm.

Kapının ağzında kahkahalarının yüksekliğine ya da onu izleyenlere aldırmadan sırtında debelendiği arkadaşına sıkıca sarılıp kafasını dişleyişini izledim. Gülüşüme engel olamadan, elimdeki topun kapılmasını ya da kenara iteklenmeyi sorgulamadan izlemeye devam ettim öylece.

Hareket ettikçe sallanan siyah saçları, güldüğünde yukarıya toplanıp pamuk şeker hissi veren yanakları, kulağıma değip geçen o güzel sesiyle tam karşımdaydı işte.

Park Jimin.

Bugüne kadar bildiğim tüm kuralları yıktıran o çocuk.

Ne kadar öylece izledim hatırlamıyorum, hatırlamama da gerek yok gerçi. İlk gününden beri gözümü üzerinden çekmediğim küçük adamım için yıl saymak gereksiz gelmişti işte.

Üç hafta, tam tamına üç hafta hiç sıkılmadan saklanabildiğim her yerden izledim. Gülüşünü duymak için sakince yakınından geçtim. Etrafında olan arkadaşlarına yakın oldum. Hakkında öğrenebildiğim her şeyi öğrendim.

Dördüncü haftanın başında okul gezisi düzenlendi. Dokuzuncu sınıfların alışmasını sağlamak için tüm okulu bir araya getirip her sene yapılan gezi için deli gibi hazırlandım. Geçen yıl kendim için bile böyle hazırlanmamışken çok da umursamadım.

Okulun önüne gelip sınıf arkadaşlarımın arasına karıştım, okulun örnek öğrencisi ben, üç haftadır bitkisel hayatta gibi yaşayınca herkesten azar işitmiştim. Eh, pek de umurumda sayılmazdı.

Arkadaşlarımla, öğretmenlerimle sohbet ettim bir süre, bir yandan da etrafta dolanıp duran küçük adamımı izlemekten alamadım kendimi. Sırayla otobüse binmeye başladığımız sırada ortadan kaybolan Jimin'i aradı gözlerim etrafta. Birkaç dakika içinde nereye girdiğini kestiremeyip bahçenin her yerine bakarken öğretmenin sesiyle otobüse doğru bir adım attım.

İşte, ne olduysa asıl o adımım ile oldu.

Arkaya dönük başımla öne doğru ilerlemeye çalışırken soldan gelen çocuğu fark etmeyip bir güzel çarpışmış düşmemesi için kolunu tutarken karşılaştığım bakışlar kendime küfretmemi sağlamıştı.

Senin dibimde ne işin vardı ki Jimin?

Şaşkınlıktan bir şey diyemeyip yüzüne bakarken kızarmaya başlayan yanaklarını görmemle kaşlarımı çatıp geri çekildim.

Böyle sevimli olursa ben nasıl karşı koyardım ki ona?

''Ö-özür dilerim.'' çatılan kaşlarımı gördüğü gibi kolunu ellerim arasından ayırıp eğilerek selam verirken konuşmasıyla eğildiği yerden, tam ensesinden öpesim gelmişti. Ama benim cevap dahi vermemi beklemeden aceleyle otobüse binmiş sırtında dolaştığı, ki adı Hoseok idi, arkadaşının yanına oturmuş ben yanından arkasındaki koltuğa geçerken de göz ucuyla bana bakmıştı.

Park Jimin, gördüğüm en güzel bakışlar senindi.

Şey, böylece de benim üç haftalık sürünüşüm ve Jimin'in eğlenip etrafta koşuşturması değiş tokuş yapmıştı.

Her sabah etrafta beni arayan gözleri bana değmeden o tatlı telaşını izlemek gülüşümün nedeni olurken kendini göstermeye çalışması apayrı bir mutluluk sebebi oluyordu.

Daegu? I'm In Your Heart. // YoonMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin