''Neden bütün masalar boş?'' hafta sonu olmasına rağmen çalıştığım restoranın sahibi dün akşam telefon edip bugün için özel bir misafiri olduğunu söylemiş ve beni pazar gecemin ortasında sıcacık evimden çıkmak zorunda bırakmıştı.
Her ne kadar hafta sonu tatilimi kullanmak istesem de yemek yapacağımı bilmek şimdiden sakinleşmemi ve heyecanla arabamda yükselen şarkıya eşlik ederken bulmamı sağlamıştı.
Bütün yol boyunca sanki bana bir şeyler anlatmak ister gibi eski günlerin hatırına her köşebaşında canlanan anılarım gözlerimi doldursa da buruk tebessümümü silmeden sakince arabamı otoparka park etmeyi başarmış ve inip soğuk havanın beni biraz da olsa kendime getirmesine izin vermiştim.
Ama sonunda restorandan içeriye girdiğimde karşılaştığım manzara kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Elbette misafiri geleceği için özel bir ortam hazırlamasını anlıyordum, ama tüm restoranı boş bırakmak da salaklıktı bana göre. Tek geceden kazandığı paranın benim maaşımın beşte biri olduğu bir yerden bahsediyorduk...
''Ah, Şef Park, tam sizi arayıp haber vermek üzereydim efendim. Gelecek misafirin, sakin bir ortam olmasını arzu ettiğinden bahsedildi efendim. Sadece mutfakta sizin olacağınızı ayrıca servisi de sizin yapmanızı istediğini belirtti az evvel Bayan Lee.''
Duyduklarım üzerine kaşlarımı çattım. Dört yıldır arkada kalan mutfağımdan bir kez olsun çıktığımı görmediği halde bunu bana yaptırmaya çalışması... Cidden!
''Sorun değil, Bayan Lee nerede?'' sinirlerimi yatıştırmaya çalışarak dışarısının soğuğundan korunmak için boğazıma kadar kapattığım kabanın düğmelerini çözmeye başladım.
''Bayan Lee, yemekler hazır olduğunda burada olacaklarını iletmemi istediler. Bu gece için kızgın olacağınızı bildiğinden mutfakta sizin için bazı sürprizler olduğunu da söyledi efendim.'' şaşkınca bakışlarımı karşımdaki gence diktim.
Bu kadarı yeterdi ama!
Yıllardır doğum günümü bile kutlamadığımı, sürprizlerden nefret ettiğimi bildiği halde bu çocuğa söylettikleri... Derin bir nefes alıp saçlarımı saklayıp kulaklarımı ısıtan beremi olduğu yerden çekip üzerimi değiştirmek için arka tarafa doğru yürümeye başladım.
''Sen çıkabilirsin. Gerisini hallederim.'' hızla yürürken bir suçu olmayan çocuğa seslenip daha fazla evinden olmaması için yüksek sesle konuştum.
''İyi akşamlar efendim!'' arkamdan bağırışına gülümsedim. Her ne kadar emri vaki yapılmış olsa da sinirim bu kadardı işte.
Önüme eğdiğim başımı sağa sola sallayarak gülüşüme engel olamadan kıyafetlerimin olduğu odaya girip karanlık olan odayı aydınlattım.
Kucağımda kalan kabanımı kapının arkasındaki askıya asıp sinirle çıkardığım beremi de yanına astım ve boynumda sallanan kaşkolu da beremin üzerine atıp gözlerimi yumdum ve alnımı kapıya yasladım.
Aish! Cidden bunu yaptığıma hala inanamıyordum.
Ben, Park Jimin, kimsenin lafını dinlemeden kendi kafasına eseni yapan biriydim. Etrafımdaki her insan beni gördüğü anda gülümsemeye başlar, bundan memnuniyet duyardım. O zamanlar hiçbir şeyi takmadan hayatımı yaşayıp çocukça dolaşan biriydim. Hatta daha çocuktum.
Hiçbir hissin beni ele geçirmesine izin vermeden büyümüştüm. Sadece mutluluk vardı benim için, sadece eğlence... Sevdiğim insanlarla mutlu olmayı, mutsuz olan birileri varsa mutlu etmeyi severdim. Ben, gülümsemeyi, aynı zamanda da gülümsetmeyi severdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daegu? I'm In Your Heart. // YoonMin
FanfictionYoonMin için yazılan tek bölümlük hikayeleri içerir. to, Taolaxy