Ve birdenbire bütün yürekler,
aynı acıyla yanıp gözleri yaşaracak.
Öldüğünü hatırlayarak...Cahit Sıtkı Tarancı
Siyah gömleğinin kollarını usulca dirseğine doğru katladı. Ellerini ensesinde birleştirip sıkıldığını belli edercesine iç çekti. Bütün bunlar son raddeye ulaştığını sinyalleriydi ve bu sinyallerle sağ bileğinde bağlı olan bilekliğin, taşlarının üstünde gezindi.
Sırıtmasının altından, kırmızıya bulanmış gözler yatmaktaydı. Karşısında oturan adamın, baygın bakışlarına baktı. Burnundan kıvrılarak akan kan damlalarına, patlamış olan sol kaşına, morarmaya yüz tutmuş elmacık kemiklerine.
"Talas'ın yerini asla söylemeyeceğim. Ben bir hain olarak yaşayacağıma ölmeyi tercih ederim. Duydun mu beni?!".
Aniden bağıran sesin desibesiyle, arkasında kalan adama döndü. Tehditkâr bir ifade oluştu Araf'ın yüzünde. Öldürmeye aç olan bakışları yine aynıydı. Bunlar zamanın değiştiremediği şeylerdi, belki de değiştirilmesine asla izin vermemişti. Hep canlı kalsın diye kabuk tutmuş yaraları defalarca kanatmıştı. Kanatıp yaşadıklarını unutmak istememişti, artık o yaşadıklarının intikamını almak için eline bir fırsat geçmişti.
"Biliyorum söylemeyeceksin..."diyerek adama tekrar arkasını döndü ve yavaşça yürümeye başladı. Sessizlik hakimdi. Sadece ayakkabısının çıkardığı ince tıkırtılar vardı, yürüdükçe o tıkırtı kulağına müzik gibi geldi. Duyduğu bu hoş senfoninin her notası kendi ellerindeydi. İstediği şekilde ayarlayabilirdi. Şimdi kulağa ölüm gibi gelse de, istediği şey ölüm değildi. Bu yüzden dudakları yukarıya iyice kıvrıldı ve aniden arkasını dönerek "Ama!"diye bağırdı.
Bu ani tepkiyi beklemeyen 55 yaşlarında ki adam, olduğu yerde sertçe irkildi. Kalp atışları artık sona geldiğini fısıldayarak dört bir yanına zehiri akıttı. Bedeninin üstünden araba geçmişcesine her kemiği sızladı, çatır çatır kırılıyormuş gibi hissettirdi.
"Ama... Senin şu ufaklığın adı neydi? Dur dur hatırlayacağım"deyip parmaklarıyla şakaklarına baskı uyguladı, kapanmış olan gözlerini sinsice açarak"Elfida"diye fısıldadı.
Adam, bu hayatta ki tek varlığı olan torunun ismini duyduğunda acıyla haykırdı. Ellerini sıkıca bağladıkları sandalyede gürültüler çıkararak, çığlıklar attı. Kalbi son nefesini verdiğini belli edercesine tekledi. "Allah şahidim olsun ki; Elfida'nın tek teline zarar gelsin senin cehennemde bile peşini bırakmam duydun mu beni piç kurusu?!"diye bağırdıkça bağırdı.
Araf öfkeyle sırıttı. Elleri yüzüne gitti daha sonra siyah saçlarının içine daldırdı ve gür ses tonuyla ukala tavrını takındı. "Cehennem şuan ki konularım arasında yok ama senin ufaklık var ve emin ol o küçük kalbini önüne atmasını çok iyi bilirim. Gözünün yaşına bile bakmam Sadık".
"Onun bu olanlarla hiçbir ilgisi yok daha 10 yaşında!".
Sadık'ın bu dediğiyle, Araf kocaman bir kahkaha attı. Attığı kahkaha bütün depoda yankılandı, bu yankıların arasına öfkeden köpüren sesi ilişti.
"Bu laflar bana bir yerlerden tanıdık geliyor. Sence de öyle değil mi?".
Sadık, sandalyeye iyice gömülerek geriye doğru gitmeye çalıştı. Araf'ın gözlerinde gördüğü karanlık, torunu için korkmasına sebep oluyordu. Blöf yapmadığını bakışlarında görebiliyordu çünkü yıllar önce ona aynı şeyi yaşatmışlardı, aynısını yaşatmak için çabaladığı ortadaydı. Artık sadece torununu düşünüyordu. Bu yüzden gözlerini kapattı, sesini toparlayıp Araf'a istediğini vermeye karar verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecenin Günahkarları
Mistério / SuspenseSeni sonsuza kadar seveceğim ufak kelebek. Sonsuza kadar?! Mümkün müydü bu ? Gerçekten sonsuza kadar onun sevgisine laik olabilecek miydi ? Yoksa sadece onun ağzından dökülen bir kaç basit kelime miydi bütün bunlar? Her şeyi eski haline döndürme...