İnsanın ne ilginç bir varlık olduğunu düşünürüm hep. Tek bir kelimeyle dünyası yıkılır, bazen aynı kelimeyle hayata tutunur. Acıdan öleceğini sanar, çaresiz hissettiği zamanlarda yaşadığı durumun içinden çıkamayacağına inanır. Ama gecenin hiç bitmeyeceğini düşünürken, gün doğar.
Bana olan da tam olarak buydu. Dylan'ın söylediği iki kelime, ruhuma çökmüş geceyi aydınlattı, güneş doğarken beraberinde renkleri de getirdi. Çiçeklerinin açmasına hasret kalmış ağaç dalları tomurcuklandı, mavi nehirler akmaya başladı. Etrafı büyük bir coşku kapladı.
Bana asırlar gibi gelen bir süreden sonra bu kez göz yaşlarım mutluluktan akıyordu. Bunu söylemesine o kadar sevinmiştim ki, eskiden böyle olacağımı söyleseler asla inanmazdım. Ama aynı zamanda da hiçbir şey söyleyemeyecek kadar yorgundum, karşısında öylece duruyordum. Benden bir cevap beklediğinin farkındaydım ama yapamıyordum işte.
"Destiny?" Sesini tekrar duymak hissettiğim kanat çırpışlarını daha da hızlandırırken gözlerine baktım. Gergince gülümsemeye çalıştı. "Bir cevap verecek misin?"
Çevik bir şekilde parmak uçlarımda yükseldim ve ellerimi ensesinde birleştirirken dudaklarımı dudaklarına bastırdım.
Ben özellikle hareket etmedim ama onunki kesinlikle yaşadığı şoktan kaynaklanıyordu.
Bu durum beklediğimden uzun sürdüğünde neler olduğunu anlamak için geri çekildim. Gözlerime, daha önce hiç görmediği bir canlı türü keşfetmiş gibi bakıyordu. Hali o kadar komikti ki kıkırdadım. Bu onu kendine getirmiş gibi hızla belimi kavrayıp beni kendine çekti ve yavaşça öpmeye başladı.
O beni tutmuyor olsa kesinlikle düşerdim. Tüm olanların yorgunluğunu şimdi çok daha derinden hissediyordum.
Nefes alamayacak hale geldiğimde başımı yavaşça geriye çektim. Dylan birden boşluğa düşmüştü ama toparlanıp gözlerime baktı. Camlı bahçe yalnızca şöminenin alevleriyle aydınlanıyordu.
Göğsünde uzun süre dinlendim. Kalbinin üzerine daireler çizdiğim sırada fısıldar gibi konuştu.
"Bu gerçek mi?" dedi. "Az önce gerçekten seni öptüm mü?" Sarhoş gibi gülümsedim.
"Aslında, seni ilk öpen bendim." Bir öncekinde olduğu gibi, diye geçirdim içimden ama ondan sonra olanları ne hatırlamak ne de hatırlatmak istemediğim için bunu kendime sakladım.
"Bu daha da gerçek dışı." Kıkırdamam şöminedeki odunların çıtırtısına karışırken göğsü kalkıp indi.
Ne düşündüğünü biliyordum çünkü aynı şeyi ben de düşünüyordum. Bundan sonra ne olacaktı? Biz sevgili olamazdık. İkimizin de duyguları apaçık ortadaydı ama hayır, olamazdık işte.
İçinde bulunduğumuz an öylesine büyülüydü ki bunu bozacak her şeyi yıkıp geçmeye hazırdım. Umutlanmak istiyordum, ama olmayacak bir şey için boşu boşuna heveslenmek de istemiyordum.
Sonunda ben de Dylan gibi iç çektim ve kendimi, saçlarımın arasında dolanan ellerine bıraktım.
•
Biraz daha camlı bahçede oyalandıktan sonra ayrı ayrı salona geçtik ve olanlar hiç olmamış gibi rol yapmaya başladık. Karşımda oturuyordu ve arada sırada birbirimize attığımız kaçamak bakışlar kızarmamı sağlıyordu. Evet, herkes duysun, Destiny Parker birinin karşısında utanıyordu!
Sürekli kıkırdamak istiyordum. Sürekli gülümsemek ve ona sarılmak. Bu kendimi iyice salak hissetmeme sebep oluyordu. Asla böyle olmazdım, olmamalıydım. Bir insan, ya da herhangi bir şey beni bu kadar sarsmamalıydı.