Dylan zaten arabada olan küçük valizimi bagajdan çıkarırken oldukça mutsuzdu. Ona kesin bir sesle kararımı söyledikten hemen sonra, daha fazla uzatmasına izin vermeden Serena'yı aramış ve onunla kalmamın sorun olup olmayacağını sormuştum. Her zamanki neşeli sesiyle saçmalamamamı söylemiş ve kapının kilitli olmadığını ekleyip telefonu kapatmıştı. O tanıdığım herkesten farklı ve tamamen olduğu gibiydi. Kimseden bir beklentisi yoktu ve ihtiyacınız olduğunda hep oradaydı.
Dylan somurtarak etrafına bakındı ve gerçekten de tuhaf bir sokaktaki 'tuhaf' insanlara memnuniyetsiz bir bakış attı.
"Annenler bunu yaptığımı bilse beni öldürür, biliyorsun değil mi?" Yanımızdan raggae bereli biri, omuzundaki teypten çıkan yüksek sesli müzikte dans ederek geçerken gözleriyle onu izledi ve valizimi tekerlekleri üzerinde döndürüp kolumu tuttu. "Bu kadar yeter, gidiyoruz."
"Dylan..." Kolumu yavaşça ondan kurtarıp durdum ve o da durmak zorunda kaldı. "Evinde kalmak isteyeceğim başka bir arkadaşım yok."
"Tabii, çünkü o insanlar normal yerlerde yaşıyorlar." Onu duymazdan gelerek valizime uzandım ve "Sadece iki gün," diye hatırlattım. Bir süre ifadesiz bir şekilde suratıma baktıktan sonra ofladı.
"Sürekli görüntülü arayacağım." Hafifçe gülümsedim. "Evden tek başına çıkmaya kalkma ve.. Mümkünse Serena'nın egzotik çaylarından da içme, tamam mı?" Kıkırdayarak başımı salladığımda yukarı gelmek istediğini söyledi. Daha fazla sorun çıkarmaması için itiraz etmedim.
Dar koridorları ve kirli duvarları olan apartmana girdiğimizde neredeyse ben bile vaz geçecektim. Dylan elini omzuma koyup beni yönlendirirken kapılardan çıkan ve filmlerden fırlamış karakterlere benzeyen insanlara kötü bakışlar atıyordu.
"Burası olmalı," diğerlerinden daha iyi durumda görünen kapıyı tıklattım ve içeriden gelen 'kapı açık' sesini duyduğumda kolu çevirdim.
Pekala.
İçerisi tamamen mistik objelerle dolu bir karmaşaydı. Renkli duvar süsleri, koltukların üzerine serilmiş ve tavandan sarkan değişik desenli örtüler ve hatta pencerenin önünde duran cam bir küreyi gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. İkinci fark ettiğim şeyse Dylan'ın bahsettiği yoğun tütsü kokusuydu.
Refleksle Dylan'a baktığımda şaşkınlığımı saklamaya çalıştım. O'ysa 'sana söylemiştim' der gibi suratıma bakarken, her an gitmeye hazırdı.
"Oh, hoş geldiniz!" diye cıvıldayarak gösterişli kapı süsünün arkasından çıktı Serena. Daha sonra yeni fark etmiş gibi bir Dylan'a bir bana bakıp gözlerini açtı. "Yan yanasınız ama ikiniz de fazlasıyla hayatta görünüyorsunuz." Dylan gözlerini devirirken Serena sevecen bir şekilde bana sarıldı. İlginç bir şekilde, kendisi tütsü kokmuyordu.
"Pekala, sanırım bu kız bana emanet," dedi Dylan'a bakarken. Ona döndüm, suratındaki ifade durumdan fazlasıyla rahatsız olduğunu ve Serena'ya da sinirlendiğini gösteriyordu. Bir süre konuşmadan dik dik ona baktığında Serena gözlerini kıstı. Daha sonra ise Dylan pes ederek ofladı.
"Yemeklerinizi dışarıdan söyleyin," dedi. "Ve saçma sapan şeyler de içmeyin." Kendime sahip olmaya çalışarak gözlerimi kapattım ama çıldırma süremi çoktan aşmıştım.
"Dylan!" diye cırlarken sağ ayağımı yere vurdum. "Git artık!" Serena kollarını birbirine kavuşturup ayakları üzerinde yaylanırken gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. Gözlerim kocaman açık bir şekilde Dylan'a baktım. Çenesini yukarı kaldırıp dudaklarını oynattı ve başka çaresi kalmadığını kabullenerek ellerini yukarı kaldırdı.