Penceremin önündeki sedire oturmuş, dizlerimi kendime çekmiş, alt dudağımı acımasızca kemiriyordum. Tahminimce gözlerimde o endişeli bakış vardı ve ben bundan nefret ediyordum. Nasıl olabilmişti, ne olmuştu da o saçma sapan hareketi yapmıştım ben?
Dün gece hiç uyumamış ve sabahı sabah etmiştim. Şimdiyse onunla karşı karşıya gelmemek için odamdan çıkmıyordum. Tanrı aşkına, sırf bu yüzden odamın kapısına en uzak yerde oturuyordum, şu hale bakın!
Oflayarak kafamı dizlerime gömdüm ve ağlamaklı sesler çıkarmaya başladım. TANRIM, ONU ÖPERKEN NE DÜŞÜNÜYORDUM BEN?!
Sanırım onu gerçekten kırdığımı fark etmiş ve bir an olayın büyüsüne kapılmıştım çünkü başka türlü düşünürsem, kesinlikle mantıklı bir açıklama bulamıyordum. Off!
Mızmızlanmaya devam ederken kapım tıklandı. O sesleri çıkarmayı kesip şok olmuş bir şekilde kafamı dizlerimden kaldırdım ve kocaman olmuş gözlerimle karşımdaki duvara bakmaya başladım. Kapının arkasındaki kişi boğazını temizledi.
"Des-Destiny?" Amantanrımamantanrımamantanrımaman- "Müsait misin?" Hayır, hayır, hayır!
"Destiny?" Sesi bu kez endişeli geliyordu. "İyi misin?" Tabii ki değilim seni aptal!
"Pe-pekala içeri giriyorum. Lütfen giyiniyor falan olma.." Kaşlarımı çattım ve dudaklarımı sinirle araladım. Sapık!
Kulpun yavaşça çevrildiğini gördükten sonrası yavaş çekime alınmış gibiydi. Telaşla başımı oraya doğru çevirmem, kapının aralanması, Dylan'ın kafasını aralıktan uzatması ve gözlerinin sımsıkı kapalı olduğunu görmem. Hepsi çok yavaş olmuştu sanki.
Dylan yüzünü buruşturup göz kapaklarını korkarak araladı ve gözlerini içeride gezdirdikten sonra bakışlarını benimle buluşturdu. Rahatlamanın etkisiyle derin bir nefes verdiğinde yutkundum.
"Neden cevap vermiyorsun? Beni korkuttun."
"Ya..." Boğazımı temizledim. "...Yani ne olmuş olabilir ki? İntihar etmek için bir nedenim yok."
"Öyle olduğunu umuyorum." Dudaklarımı büzüştürüp sağa sola çekiştirirken gözlerimi odada dolaştırmaya başladım. "Kahvaltı?"
"Aşağı insem nasıl olur?" Başını salladı.
"Nasıl istersen." Ben de başımı salladım ve onun arkasından odamdan çıktım. Hadi ama, bana dünle alakalı bir şey söylemeliydi. Olumsuz olmasını tercih etsem de, olumlu bir şeye bile razıydım ama bir şey söylemeliydi. Öylece, hiç olmamış gibi davranamazdı.
Mutfak kapısından gördüğüm manzarayla aniden durup kaşlarımı kaldırdım. İçeride mükemmel bir kahvaltı sofrası vardı ve bunu Dylan'ın hazırlamış olması, kadınlık gururuma iyi bir darbe indirirdi, çünkü eğer bu masa 'güzel' olarak nitelendiriliyorsa benimkilere ne denirdi bilmiyorum.
"Bana bu masayı senin hazırlamadığını söyle." Masaya baktı ve mırıldandı.
"Aaaa..."
"Hadi ama Dy, bunu duymaya ihtiyacım var."
"Üzgünüm ama ben hazırladım." Kaşlarımı çattım ve sandalyelerden birine oturup kollarımı göğsümde çaprazladım.
"Hiç de bir centilmen gibi davranmıyorsun." Cevap vermedi ve mutfak tezgahından aldığı, dumanı üstünde iki kupa bitki çayıyla masaya oturdu. Her zamankinin aksine sürekli konuşmuyor ve sersemce davranmıyordu. Açıkçası bu ürkmeme sebep oluyordu, yani Dylan sadece derslerinden düşük aldığı zaman bu şekilde davranırdı ve Julia ve ben sürekli etrafında olup onu sinir ederek eski haline döndürürdük. Ondan her ne kadar nefret ediyor olsam da yıllardır dip dibe oluşumuzdan kaynaklanan bir alışkanlık durumum vardı ve onu olduğunun dışında görmek istemiyordum. Öyleyken gerçekten katlanılmaz oluyordu.