148.
Gözlerimi karşımda 148. kez gördüğüm duvara sabitlerken sinirle bir nefes verdim. Dylan'dan zorla kaçıp eve girmiş ve olayın şokunu atlatıp uyumaya çalışmıştım. Ama görüldüğü gibi hiç de başarılı değildim.
Nefesini hâlâ ensemde hissediyordum ve bu korkunç bir şeydi. Ona karşı gelememek...
Benim de yeni fark ettiğim ve asla ama asla kabul etmek istemediğim bir gerçeği yüzüme vurması, dilimin tutulmasını sağlamıştı. Sanırım cidden ona değer veriyordum. Hatta bir tık fazlası bile olabilirdi... Ah, Tanrım bu hiç iyi değil!..
Aptal nefes sesleri aklımdan çıkmıyor ve beni çıldırtıyordu. Ama neden? Neden bu durumdan etkilenmiştim? Sonuçta o Dylan'dı. Benim Dylan'ım. Bizim aramızda bir şey olması ihtimali trilyonda kaçtı?
Saçmalamayı ve Dylan'ı düşünmeyi kesemiyordum ama buna kesinlikle bir son vermeliydim. Aklıma gelen fikirle gözlerimi yavaşça komodinimin üzerindeki saate çevirdim. Sabahın 5 buçuğuydu. Elimle yataktan destek alarak doğruldum ve yerimden kalktım.
Hızlı hareketlerle dolabımın bale kıyafetlerim için olan kısmını açtım ve içinden hepsi siyah olan mayo, tayt ve bale pabuçlarımı çıkardım. Siyahı seviyordum.
Eşyalarımı çantama attıktan sonra seri bir şekilde sporcu taytı ve sweatshirtlerimden birini üzerime geçirip evden çıktım.
Stüdyoya geldiğimde, her zaman olduğu gibi temizlik görevlisi Jade kapıyı açmış ve yerleri silmeye başlamıştı bile. Ona selam verdikten sonra soyunma odasına gidip üzerimi giyindim.
Favorim olan, arka bahçe manzaralı salona girdim. İçeride rahatlatıcı bir serinlik vardı. Yere çöktüm ve siyah pabuçlarımı bağlamaya başladım. Zemindeki cila kokusunu bile özlemiştim.
Isınmayı tamamladıktan sonra karşımdaki aynaya bakıp kendime selam verdim ve boynumu gerdim. Ellerimi parmak uçlarım birbirine bakacak şekilde karnım hizasında karşı karşıya getirdim ve tek kolumu yana doğru açtım. Vücudum tamamen gergindi. Bu disipline aşıktım.
Çok geçmeden kafamın içinde yankılanan Kuğu Gölü'yle kendimi stüdyonun içinde süzülürken buluvermiştim. Kumaşların sesine karışan, sıçrayıp tekrar yere indiğimde çıkan adım sesleri, tamamen dansıma odaklanmamı sağlıyordu.
Zaman kavramını yitirmiş ve kendimden geçmiştim. Hangi hareketleri yaptığımı bile bilmiyordum. Kafamın içindeyse hiç bilmediğim, farklı bir müzik dolaşıyordu artık. Kendimi tam anlamıyla akışa bırakmıştım.
"Destiny..." Çok uzaktan fısıldayan ses, zihnimdeki müziğe karışıp kaybolmuştu. Dalgalar halinde yayılmış ve her bir katmanı gözle görülür bir şekilde yok olmuştu.
Ardından belimde eller hissettim. Refleks olarak kollarımı ve bacaklarımı kırıp belli bir pozisyona soktum ve havaya kaldırılmayı bekledim. Ayaklarım yavaşça yerden kesilirken belimdeki eller sıkılaşmıştı.
Hemen hemen yarım dakika sonra tekrar yere indim ve sıradaki hareketi yapmak üzere sırtımı arkamdaki kişinin göğsüne yasladım. Elimi zarifçe tutup kollarımızı aynı anda kaldırmamızı sağladı. Aynısını diğer kolda da yaptıktan sonra, kareografide olmayan bir şey gerçekleşti. Arkamdaki kişi dudaklarını kulağımın biraz aşağısında bir yere minicik dokundurduğunda irkilerek ne zamandır kapalı olduğunu bilmediğim gözlerimi açtım.
Hatırı sayılır bir süredir kapalı olmalıydılar ki kirpiklerimi araladığımda başımın döndüğünü ve birkaç saniyeliğine kör olduğumu hissetmiştim.
Aralanmış dudaklarımla karşımdaki aynadan gizemli kişiye baktığımda şok olmuştum. Vücudumdan bir elekttik akımı geçtiğine yemin edebilirim.