Dudaklarım aralanırken dilini üst dudağında gezdirdi ve gözlerime bakmaya devam etti. Güzel kahverengilerinin üstünü şeffaf bir tabaka kaplamıştı. Ama neden? O yaptığım saçma sapan hareketi benim deliliğime vermesi gerekirken neden sorguluyordu?
"Be-ben..." Göz bebekleri beklentiyle birden büyürken yutkundu ve nefeslerinin hızlandığını duydum. Bu tepkiler kesinlikle normal değildi. "Bilmiyorum." Havayı yumuşatmak adına sahte bir şekilde güldüm. "Destiny Parker. Ne yapacağı belli olmayan, deli dolu kız. Ve sen onu doğduğundan beri tanıyorsun."
Birkaç saniye o ne dediğimi anlamaya çalışırken benim yaptığım da buydu. Ne dediğimi anlamaya çalışmak. Aslına bakarsanız iki gündür yaptığım hiçbir şeye anlam veremiyordum.
O an üzerinden belirsiz bir duygu geçen gözlerini kıstı ve başını yan çevirdi. Bir süre gözleri kapalı dudaklarını ısırırken onu çatık kaşlarla izledim. Neler oluyordu Tanrı aşkına?!
"Dylan," dediğim anda gözünden ışık hızıyla damlayan -o kadar ki görüp görmediğimden bile emin değilim- göz yaşını hemen koluna sildi ve nefes alıp bana baktı.
"Bunlar ne kadar saçma, değil mi?" Kaşlarımı biraz daha çattığımda alayla güldü. "Ne kadar saçma şeyler yapıyorum... Anlamıyorsun, değil mi?" Başımı iki yana salladım.
"Neyi anlamıyorum Dylan?"
"Boş versene. Gerçekten saçmalıyorum." Başımı tekrar iki yana salladığım ve dudaklarımı araladığım sırada beni engelledi.
"Bir şey söyleme. Sonra görüşürüz, tamam mı?" Yine bir şey söylememe izin vermeden hızla az önce açtığı kapıdan içeri girdi.
Bir süre yerimde öylece durdum. Ne demek istemişti? Neyi anlamıyordum?
Orada ne kadar süre durdum bilmiyorum ama bir anda gökyüzü delinmiş gibi yağmaya başlayan yağmurla eve koştum. Kapıyı bile kapatmadan montumun ceplerini delirmiş gibi karıştırdıktan sonra nihayet telefonum ortaya çıkmıştı. Julia'nın numarasını buldum ve telaşla arama butonuna dokundum.
Hattın diğer ucundan bir çığlık duyulduğunda farkında olmadan gülümsedim. Onu kesinlikle çok seviyordum ve Dylan'ın onun gibi bir kız kardeşe sahip olduğunu hatırladığım her sefer aklımdan tek bir düşünce geçiyordu: Şanslı piç.
"Nerelerdesin sen?! Artık gün saymaya başlamıştım!" Kıkırdadım ve kapıyı kapatıp ayakkabılarımdan kurtuldum.
"Üzgünüm, Julia. Ama inan bana o kadar çok şeyle uğraşıyordum ki..."
"Dinlemek için fazlasıyla boş vaktim var." Göremeyeceğini bilsem de başımı iki yana salladım.
"Şu an daha önemlisi var, diğerleri bekleyebilir." Bir süre sessizlik oldu. Kaşlarını çatmış hali gözümün önünde belirivermişti.
"Dinliyorum." Bunu onu telaşlandırmadan nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Ya Dylan bir şeyin haberini alıp Julia'ya söylemediyse?
"Mmm," gergince boynumu tuttum. "Dylan'ın bir şeyi mi var?" Bir süre daha sessizlik oldu.
"Bilmiyorum.. Yani, onunla en son geçen hafta konuştuk ve gayet iyi gibiydi?"
"Ah, ben de bilmiyorum ve son umut seni aramıştım." 'Hmm' gibi bir ses çıkardı Julia.
"Nesi var? Yani garip olan ne?"
"Davranışları," dedim tereddüt etmeden. "O kadar tuhaf davranıyor ki... Şöyle söyleyeyim, ortaokulda düşük not aldığında nasıl oluyorsa öyle."