Deniz kafayı yemişti. Evet, kelimenin tam anlamıyla kafayı yemişti. Ders çalışmaya girdiğinden beri, odanın içinde koğuştaki bir hükümlü gibi aşağı yukarı volta atıp duruyordu. Beyni dersle alakalı olmayan o konuyla ilgili harıl harıl çalıştıkça ayaklarını durduramıyordu. Müzik çalarında da, tekrar çal moduna aldığı şarkı, art arda çalmaya devam ediyordu.
'Bekle dedi gitti, ben beklemedim, o da gelmedi, ya!
Ölüm gibi bi' şey oldu ama ama ama, kimse ölmedi.'Bu şarkı akşamdan beri kim bilir kaç milyonuncu kez çalarken, gecenin kısık sesli fonunu oluşturup, ağır ağır damıtılarak Deniz'e damar yoluyla akmıştı.
Gerçi giderken bekle dememişti. Tersine bekleme demişti Deniz'e. Gideceğini bile söylemeden... Ama yine de geleceğine dair bir ümit bırakmıştı giderken. Deniz de beklemediğini söylemişti. Evet, yalan söylemişti. Eşek gibi yalan söylemişti. Ölüm gibi bir şey olduğu ortadaydı. O yoktu. Deniz nefes alamıyordu. O yokken nefes falan almıyordu işte! Kafayı yiyordu.
Volta atarken bir anda yerinde mıhlandı. Ders çalışırken taktığı gözlüğü başının tepesine kaldırıp yüzünü ovuşturdu. Kendine engel olmak için savaştı. Ancak iradesinden daha güçlü bir enerjinin çekimiyle, tüm gecedir sürekli baktığı karşıdaki evin karanlık camlarına yeniden kısık gözlerle odaklandı ve aniden elindeki kalemi, kitabı ve tüm notları bütün hırsıyla duvara fırlattı. Küçük siyah kedi gürültüye uykusundan uyanıp yeşil gözleriyle Deniz'e baktı. Deniz'se fırlattıklarının sessiz odada çıkardığı gümbürtüde öylece dikilerek ne yaptığına baktı. Ellerini saçlarının içinden geçirdi. Gözlüğü yere düşerken saç tutamlarını kavradı. Sakinleşemiyordu. Meraktan, bilinmezlikten çıldıracaktı. Hiçbir şey anlayamıyordu. Anlayamıyordu çünkü aklı şu an kafasının içinde değildi. Bu odada bile değildi. Nerede olduğunu bilmiyordu. Çünkü onun da nerde olduğunu bilmiyordu. Neredeydi?
Saat gecenin bilmem kaçı olmuştu ve Deniz deliliğin eşiğinde dolanıyordu. Terden sırılsıklam olmuştu. Bu gece nemden nefes alamayacak kadar sıcaktı, bir de üstelik kendisi de için için kaynıyordu. Pencereye yaklaşıp pervazına ellerini dayayıp eğildi. Açık pencerenin camından tekrar baktı ve ilerideki evin karanlık camlarının kendisiyle nasıl dalga geçtiğini düşündü. Neden? Çünkü İnci'yi kaç gündür göremiyordu. Dalga geçiliyordu. Çünkü resmen kandırılmıştı. Ya da kandırılmamıştı ama İnci ondan kaçmıştı. Aniden onu karşısında görünce, İnci onu korkuttuğu söylemişti. Böyle sapık takipçi gibi her dakika karşısına çıktıkça acaba İnci'yi gerçekten korkutmuş olabilir miydi? Eğer böyle bir şey olduysa, Taylan'a dediği gibi harbiden kendini sahildeki iskeleden atar, sonra da nefesini tutardı. O zaman onu Taylan bile kurtaramazdı.
İşte! İnci'yle alakalı bu bilinmezlik onu daha da çılgınlaştırıyordu. Fakat bundan üç gün önceki akşam, İnci'yi kedilere yem verirken bulduğunda Deniz'e yürüyüşe çıkmak için yarın demişti. Hem de nasıl bir söyleyişti o? Ona boşuna mı elf prensesi Arwen diyordu? Deniz büyülenmişti. Bir süre İnci'nin lapis lazuli gibi altın menevişli gözlerine kendini alamadan bakmıştı. Ertesi gün Deniz aynı saatte yine oradaydı. Belki gece yarısına kadar İnci'nin gelmesini beklemişti ama elf kadını gelmemişti. Evlerinin önünden geçmişti ama kapı duvar gibi duruyordu. Birden ne olduğunu anlayamamıştı. Hepsinin nerede olduğunu çözememişti. Ama kalbine kurşun gibi bir ağırlık çökmüştü. Daha ertesi gün yine kedilerin yanına gitmişti. Kediler hızla etrafını sarmış ve ondan mama istediklerini belli etmişlerdi. Böylece İnci'nin onları da ziyarete gelmediğini anlamıştı. Kedilere mama getirirken en azından yalnız olmadığını anlayarak biraz olsun rahatlamıştı. Ancak bu kez de İnci için meraklanmıştı. Nereye kaybolduğunu bilmediği için. Bu Deniz için bir muammaydı. Deniz İncisiz geçen üçüncü gün olduğunda, yine bir ümit kedilerin yanına gitmiş, bu kez hiçbir kedi onun yanına gelmemişti. Sanki yer yarılmıştı da kediler yok olmuştu. Geriye kalan bir tek kara kedicik, Arwen'di. Kedilere ne olduğunu, İnci'ye ne olduğunu anlayamadığı gibi anlayamamıştı. Hemen Arwen'i aldığı gibi eve getirmişti. Kediye ismini Deniz vermişti. Çünkü o İnci'nin kedisiydi. Kalbinin artık sıkıştığını hissediyordu. Ne zaman İnci'nin varlığına bu kadar alıştığını bile anlayamamıştı ve artık bu özlem Deniz'e ağır gelmeye başlamıştı. Uzaktan görecek olmaya bile razıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK GİBİ YAZ
Romance-Sezgi Salman & Ece Altınkaya ortak çalışması- Yokuş başına geldiğinde, Bodrum'u göreceksin. Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyleydiler, Akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler. (Halikarnas Balıkçısı) "Yukarı bak! Burad...