Çok beklettim ama birazcık uzun bir bölümle geldim çünkü yeni romantik komedi hikâyelerimi yazmak için bu hikâyeyi hızlandırmak istiyorum arkadaşlar :)
Öpüyorum hepinizi :)
●●●●●●●●●●
Acıkmıştım. Midem kazınıyordu ama hiç yiyeceğim yoktu. Tek başımaydım, yapayalnız. Abimlere ne olduğunu, nerede olduklarını bilmiyordum. Onları beklediğimiz yere nasıl gideceğimi ve şu an oraya ne kadar uzak olduğumuzu da bilmiyordum.
Valgus'u Siency Amca'ya götürmem gerekiyordu ancak nerede olduğumuzu bilmediğimden götüremiyordum. Zaten bilsem de o kadar uzun yola üstelik tek başıma Valgus'u sürükleyemezdim. Kısacası nereden baksam da burada sıkışıp kalmıştım. Çaresizdim... Tek çarem Valgus'un iyileşmesiydi ve bunun ne kadar süreceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. İyileşip iyileşmeyeceğini bile bilmiyordum.
Ayağa kalkmaya çalıştım. Benim de yaralarımı temizlemem gerekiyordu. Sonra da kulübenin etrafını kontrol edecektim. Belki nerede olduğumuzu çözebilir ya da yiyecek bir tavşan falan bulup avlayabilirdim.
Üzerimdekileri çıkardım. Sırtımı göremediğim için ve çoğu yaram sırtımda olduğu için elimle yoklayarak acıyan yerleri sargı beziyle temizlemeye çalıştım. Fazla sargı bezi ya da dezenfektan harcamak da istemiyordum, Valgus için lazım olacaktı çünkü.
İşim biter bitmez üzerimi giyindim ve pantolonuma sokuşturduğum, Vastandidlerin göremediği fırlatma bıçaklarımdan birini elime alarak dışarı çıktım. Çok soğuktu ve rüzgar hızını daha da arttırmıştı. Dışarıdan kulubeye baktım sonra arkasından dolaşıp herhangi bir kilerinin olup olmadığını kontrol ettim ama hiçbir şey yoktu. Öylesine tek odalı saçmasapan bir kulübeydi. Muhtemelen Vastandidlerin adam kaçırdığında ilk getirdikleri yerdi burası ve tekrar gelmemelerini ummaktan başka çarem yoktu.
Nerede olduğumuzu tabii ki anlayamamıştım. Karanlık yüzünden görüş mesafesi dört metreden öteye geçmiyordu. Bu rüzgarda avlayabileceğim tavşanların muhtemelen taşların ardına saklandıklarını düşünerek civardaki en yakın taşa doğru yaklaştım yavaş ve sessiz adımlarla. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Büyük taşın arkasına saklanmış, yüzlerini gövdelerine gömmüş iki tavşanla karşılaştığımda, sadece birini yakalama şansım olsa da sevinçten neredeyse çığlık atacaktım.
Bıçakla birlikte ellerimi yavaşça uzatıp tavşana yaklaştırdım. Hafifçe kıpırdandığında durup bekledim ve sonunda atik davranarak tüylerinden yakalayıp acı çekmemesi için hızla öldürdüm. İçim rahatlamış bir şekilde kulübeye dönerken yakacak kuru dallar da aradım ama yoktu. Bu yüzden ıslak ya da nemli de olsa ateşin yanında kurutmak için ne var ne yok toplayıp kulübeye girdim.
Tavşanı pişirmeye hazırlanmadan önce Valgus'un yanına gidip ateşini kontrol ettim. Tanrı'ya şükür ki ateşi yoktu, bu iyiye işaretti. Tavşanı temizlerken Valgus'la konuşuyordum.
"Burası kimsenin bilmediği, yolunun düşmediği gizli bir kulübe sanırım asker."
"Sen iyileşene kadar burada kalmak zorundayız ama burası çok soğuk ve her gün de tavşan bulabileceğimi sanmıyorum. Bu yüzden çabuk iyileşsen harika olur."
●●●●●●●●●●
Pişmesini zor beklediğim parçalanmış tavşandan bir kaç et parçası alarak ağzıma attım. Çok lezizdi ya da açlıktan bana öyle geliyordu. Ben karnımı doyururken Valgus' un aç olduğunu tahmin ediyordum ama ona nasıl yedireceğim konusundan en ufak bir fikrim yoktu ve aklıma gelen şeyle çantamı kendime doğru çektim. Vitamin iğneleri...
Yemek yiyecek durumda olmasa da ona vitamin takviyesi yapabilirdim. Siency Amca bunları bize vererek bir kez daha ne kadar zeki bir adam olduğunu kanıtlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )
General FictionBu kitap, gelecekte yaşanabilecek gerçeğe dayalı ihtimaller üzerine araştırılarak kurgulanmıştır. ----------------- Onlar, karanlığa doğdular... Onlar, hissizliğe doğdular... Ve onlar, renksizliğe doğdular... Hissedemeyen insanlar nasıl âşık olurlar...