Kimindünyası bu, hangi sınırı geçmişlerdi habersiz?
Uzunboylu dağların gölgesi sessizce gövdesine akıyor, kadim kayalarçocukların seslerinde efkâr dağıtıyordu. Meşe ağaçlarıuçurumlara omuz veriyor, ırmaklar vadiler boyu koşuyordu. Dağkeçilerinin sevinci ürkekti. Kayın ağaçları temmuz akşamlarınayel vuruyor, çocuklar gökkuşağının üstünden atlamak içinjar-u diyar'ına dua ediyorlardı.
Dünyanınsınırı gökyüzünün dağların tepesiyle kesiştiği yerekadardı. Ay, dağların tepesine konmuştu. O tepeye çıksa elleriile güneşe dokunacaktı Zeynel.
Hiçbirsınırı geçememiş, hiçbir şarkıyı bölmemiş parmaklarındatoprak kokusu taşıyan, saçlarına kil dökerek yıkayan "ocağınateşi sönmesin" diye akşamdan kalan külleri kapatarak yastığınıöpüp geceye gömülen, sabah güneşle beraber eşiğini öperekgüne başlayan, doğanın sessiz çocukları olarak hayatlarınısürdürürken bilmedikleri bir sesle irkildiler. Çarıklarınıgiyme fırsatı bile bulamadan düştüler dağ yollarına.
Hayatartık başka mecrada akıyordu. Yabancısı oldukları, dillerindeolmayan bir kelime ile "terteleye" (yer üstünde kargaşa)karıştılar. Korktular, telaşlandılar, öldüler, sürgünedildiler.
Kimseninkalbini kırmamışlardı, ama bir savaşın içindeydiler artık.
"Awêçina, venge xo mevezê ma çisenê!"
" Suyok, sakın sesini çıkarma sus, yoksa bizi öldürecekler!"
Çaresizsustu Zeynel. Diğer dört kardeşi de onun gibiydiler: Aç vesusuzdular. Ama birinin sesi farklı çıkıyordu, mırıldanıyordusadece. Ağzında dili vardı ama kelimeleri yoktu. Geveleyerekdışarı atıyordu sesini, söyledikleri el hareketlerine sarılıpkalıyordu. Sadece annesi anlıyordu hareketlerinden, konuşamıyorduSultan. Savaşın korkunç büyüsünü anlatırken Xecé; parmakhareketlerinde namlu kıran ve tetik düşüren mimikleri, Sultan'ınölümü kavradığını, irileşen gözleri ile cevapladığını,etraftakiler şaşkınlıkla izliyordu. Konuşan çocuklara ölümünbedbaht kokusunu fukara sözcüklerle bu kadar rahat anlatamazdı...
Sultan,beşkardeşten ikincisiydi. Evin ilk kızıydı. "Talihsizlik mi?"dese annesi babası, yoksa ne dese? Dilsizdi Sultan! Ela gözleri,kalın kaşları, yapılı burnu, uzun ve kumral saçları insanıniçini alev gibi sarıyordu. Ali Xıdır en büyükleri idi. Dedesigibi suratı uzun ve burnu yüksekçe idi. Boyu çok uzun olacağabenziyordu, zira bacakları ve kolları çok uzundu. Büyüdükçededesine daha çok benzeyecek gibiydi. Zorluk zahmet, dağ başlarınınesareti; kar, fırtına, yoksulluk ve kimsesizlik içinde evin üçüncüçocuğu Ali Haydar çıkageldi...
Suskundurur solgun bakardı, gözleri çakır, alnı çukurumsu veyanakları etlice olmasına rağmen gözlerinin altı her zamanmorarmış haldeydi. Çok uzun zamandır sürekli öksürüyordu.Büyük kız çocukları dilsiz olduğu için, sanki duaları uludivanda geçmiş gibi dördüncü doğan çocukları da kız oldu.Memnun oldular, tanrıya dualar ettiler, niyaz dilediler, mumlaryaktılar. İki kız iki erkek çocukları vardı artık. Adını"Besê" koydular. Tanrıya şükretmenin bir başkagöstergesiydi, "yeter" anlamına da gelen bu ismi koyup tanrıyaolan şükranlarını sunarak işi bitirmek istediler. Fakat olmadı.
Telaş-tedirginlik,açlık-tokluk, uzun kış gecelerinde üşümekten muzdaripdolanınca can-cana ısınmak için, kan tadı almış kurt gibisaldırdı Xecê'ye gecenin koyu lacivertinde Seyitmençe. Derkengürültüyle çıkageldi biri daha. Zeynel, hiç hesapta olmadangelmişti, davetsizdi ama evin en küçüğü olmasıyla berabersevecenliği ve afacanlığı evin şirini olmuştu. Daha bebek yaştazeki olacağı belliydi. Saçlarını kısa kestirmez, evin küçüğüolmanın avantajlarını kullanırdı. Babası, tası kafasınageçirip etrafını çevirince üst kısmı hep uzun kalır rüzgârdadans ederdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YASAK MINTIKANIN ÇOCUKLARI
Historical FictionDersimlilerin, tertele olarak adlandırdığı katliamdan geriye; acılarla birlikte, insansızlaştırılmış bir bölge kalmıştır. Yıllarca burası 'yasak mıntıka' olarak adlandırılmış ve kimse bu bölgeye girememiştir. Dersimlilerin bu mıntıkaya girmesi çok s...