Oysayeni başlamıştı her şey.
Birhafta sonra, Seyitmençe Memli ve iki köylü daha gene gittiler.Çıkınına umut doldurmuşlardı ve ellerinde teberiklerle düştüleryola.
Delali'yidemir sürgüler arkasına kapatmışlardı, o da kendi kendineeridiğini, çözüldüğünü biliyordu. Bu kadar farkında olaraköleceğini düşünmemişti. Seyitmençe'yi gördüğünde utangaçve suçluluk duygusunu çok açık belli ederek, bu hayattangideceğini ve çok kısa zamanı kaldığını hissettirmişti.Hekim bir iki gün ancak yaşayabileceğini söyledi. Seyitmençe vearkadaşları, tanıdıkları bir aileye gidip gece orda kaldılar.Her şeyin tükendiğini, Delali'nin asla buradan eve dönmeyeceğinive mezarını bile nerede olduğunu kimsenin bilemeyeceğinidüşünerek sabah tekrar hastaneye geldiler.
Hekimelinde bir kâğıtla durumu anlattı:
"Başınızsağ olsun, hastayı kaybettik; burada her şey yazılı, bunuailesine verirsiniz." dedi. Aslında o kadar çok beklenen birsondu ki, ama insanın beklediğini kabul etmesi çok zor şeydir.Seyitmençe davudi sesini hastanenin duvarlarına çarparakkirvesini, yoldaşını kendisinden ayıran her şeye lanet etti. Hergün biraz daha azalan, eksilen kendisidir; bunu biliyordu. Izdırapçekiyordu adeta, gözyaşlarını umursamıyor, içinden akan kan,ciğerlerini yarıyordu. Delali'ye kızdı, kendi kendine:
"Nedendemedin, ah kirvem, neden demedin beni kurt ısırdı? Belki osıhhiyeciler seni kurtardı"
Yoladüştü Seyitmençe, yanındaki arkadaşları sadece onu takipediyorlar, o, sırtında Delali'nin ağır yokluğunu dağ taşdemeden dur duraksız taşıdı.
Çerğatköyünün tam girişi bir boğaz gibidir, kim gelse karşıdangörülürdü. Karşıdan bakıldığında bir avucun içinianımsatıyordu köy. Seyitmençe tekrar ağlamaya başladı, belkide kahrından herkes duysun ve herkes acı çeksin istiyordu. Menesêne yapacak, nasıl bu acıya katlanacak bilmiyordu; ancak bu acıyıen derinden herkes çeksin istiyordu. Ağıtlarla köye girinceSeyitmençe herkes kara haberi öğrendi, Menesé bağrını kesen busancıyla duvarın dibinde dizlerinin üstüne çöktü. Başınavurarak ağlamaya başladı, leçeğini parçaladı, kafasınıduvara vurdu yarılan alnından gözlerine kan doldu ve gözlerindenkan geliyordu. Kırk gün ağır bir matem kuruldu. Kırk gün kimsegülmedi, kimse aynaya bakmadı, banyo yapmadı, tıraş olmadı.Nice kırk gün geçti, kimse unutmadı...
Seyitmençe,bazen öyle dalıyordu ki, geri dönmesi çok uzun sürüyordu; duvardibinde saatler süren bir merasimdeydi adeta. Sultan'ı düşünmedenedemiyordu, diğerlerini biliyordu, onlar topraktaydı, "yaSultan"... Kendisine vereceği cevabı yoktu. Ali Xıdır ve Besê,hayatlarını bu dağların arasında sürdürmek zorunda kalmışolmaktan çok mutlu değillerdi, bunca kayıptan sonra ne gereğivardı ki buranın artık. Koyun kuzu otarmak, tarla sürmek gibiişlerden başka bir şey yoktu. Pukê n'oldu acaba soruları,arada beynini kurcalasa da yapacak bir şey yoktu, susmak belki engüzeliydi, ama arada buralardan çekip gitmek de kafasınatakılıyordu Ali Xıdır 'ın.
RıfkıBey, boynunun borcunu ödemiş ve rahatlamıştı; yolculuğa huzuriçinde hazırdı. Ayşe'nin işaretlerinden epey anlıyordu artık,her gün, ertesi gün Murat'ı getirmesini işaretle tembih ederekgönderiyordu eve. Rıfkı Bey artık evden çıkmıyordu. Herkesumudunu kesmişti, ha bugün ha yarındı. Sultan bu duruma en çoküzülenlerden biriydi. Her gün gidip geldiği yolun kuytu biryerinde iki kişi önüne çıkmıştı, ama Sultan cesur davranmışbağırıp çağırınca adamlar kaçmışlardı. Murat'ın büyüdükçeAli Haydar'a benzemesi Sultan'da müthiş bir sevinç yaratıyordu,onu götürüp anne ve babasına göstermek istiyordu. Bu fikirkafasını iyice karıştırmıştı. Her gün daha sık düşünmeyebaşlamıştı. Kimseye bir şey demeden bir sabah erkenden aldıMurat'ı doğru tren istasyonuna gitti. Hangi saatte gideceğinibiliyordu; trene bindi; hengâmeli, sıkıntılı iki gece üçgündüzden sonra Elaziz istasyonunda indi. Hiçbir şeyiunutmamıştı, bütün yolları avucunun içi gibi ezberlemişti.Oradan Xozat istikametine doğru yola çıktı ve Xıdır Damı'ndainerek Sinsor'a doğru yol aldı. Oldukça iyi gelmişti, akşamaolmadan buraya kadar gelmişti, ama fena hayal kırıklığı yaşadı.Babasıgiller yoktu, sağa sola baktı, tanıdık kimseler yoktu,deliler gibi dolandı, şok halindeydi. Acaba geri mi gittiler?Aklından geçirdiği hiçbir şey onu ikna etmedi. Biraz dahadolaşınca deliler gibi, yaşlı birini gördü, babasının eviniişaret ederek sordu, o da işaretle tarif edince, Sultan, onlarınköye gittiğini anladı. Çaresiz çöktü yerine, adam geldi aldıiçeri götürdü. Ertesi sabah yola düşerek, deliler gibi yürüdü.Hiç düşünmeden yürüdü, uzun saatler sonra bir köye gelmişti,orada da o gece kaldı. Neredeyse üç gündür yürüyordu, en çokkorktuğu şey, "Ya köye gitmedilerse, ya başka yere gittilerse?"bunu düşünmekten deliriyordu. Geri adım atmak niyetinde değildi,nihayet girdi Çerğat'ın sınırlarına, karşısında yapılmışevleri görünce sevincinden ölecek gibi oldu. Çocukluğu başucundauçmaya başladı, kelebekler kadar narindi. Evlerinin yerinianımsıyordu, direk oraya gitti. Akşam gölgeleri uzamıştı.Duvarın dibine yaslanmış, başı gövdesine doğru sarkmış haldebabasını gördü. Ona doğru yürürken, ağlamaya başladı bile.Her şeyi unutmuştu; babasının kızgınlığını, dövmesini, herşeyi unutmuştu; bir sarılsa, bir koklasa yeterdi. Murat şaşkınlıkiçinde annesine işaretler yapıyordu. Neredeyse tam evin önünegeldiler, Seyitmençe başını kaldırdı, karşısında Sultan'ıgörünce başını salladı dalgınlığını dağıtmak için, düşgördüğünü sanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YASAK MINTIKANIN ÇOCUKLARI
Historical FictionDersimlilerin, tertele olarak adlandırdığı katliamdan geriye; acılarla birlikte, insansızlaştırılmış bir bölge kalmıştır. Yıllarca burası 'yasak mıntıka' olarak adlandırılmış ve kimse bu bölgeye girememiştir. Dersimlilerin bu mıntıkaya girmesi çok s...