Sana İhtiyacım Var💙

44 9 2
                                    

O ses -"Ayleeeeeen!" -İçimi acıtmıştı.
Adım Aylin şapşal, demiştim içimden.
Johnny arkamdan atlamıştı. Uçmaya çalışıyordu ama dengesini koruyamıyordu. İnsanın kafası dağınıkken dengesini koruması zordu. Bir yerden sonra pes etti. Yere indiğimde etrafıma baktım. Yabancıydım her şeye. Her yere. Bildiğim, büyüdüğüm yerler çok farklıydı şimdi. Evim nerede ki? Evim gerçekten orası mı? Gittim. Derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım. Kapıyı açan -yıllarca annem sandığım kadın- annemdi. Ağlıyordum. Ağzımdan tek kelime çıkmıştı. "Anne..." durdum bekledim . "İçeri gel üşüyeceksin." dedi. "Biliyordun değil mi? Başından beri biliyordunuz." dedim. "Her şeyi anlatacağım kızım içeri gel." Ağlamaya devam ettim. "Nerede olduğumu da biliyordun." burnumu çektim. "Biliyordum. İçeri gel." dedi annem.Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Annem mutfağa girdi. "Sen üstünü çıkar, ben geliyorum şimdi."
Trençkotumu çıkardım. Portmantoya astım ve tam koridorun sonundaki odama girdim. Açık pembe duvarlara dokunuyordum. Elimi sürüyerek ilerledim odada. Odam diyemiyordum. Şifoniyerimin üstündeki fotoğraflara baktım. 1-21 yaş arası fotoğraflar... Anaokulunda, ilkokulda, ortaokulda. Ortaokul mezuniyetim... Prenses olmak istemiştim ama kabarık elbiseler bana yakışmamıştı. Düz, sade bir elbise giymiştim. Topuklu ayakkabı istemiştim. Diğer kızların aksine topuklu ayakkabılarla yürümeyi becermiştim. İşte özel gücümün bir kanıtı daha. Sonra bütün kızlar topuklu ayakkabı alınca ben babet giymek istemiştim. Farklı olmayı seviyordum. Lise mezuniyet fotoğrafım. Yanımda annem ve babam var. Önü kısa arkası uzun pembe kalp şekilli starplez elbisem ve topuklu beyaz ayakkabılarım. Dümdüz siyaha yakın kahverengi saçlarım, parlayan açık kahverengi gözlerim. O gün kimse beni dansa kaldırmamıştı, tüm kızlar dans ederlerken ben oturmuştum sadece. Gecenin sonunda annemle babamı gördüğümde mutluluk ifadesi gelmişti gözüme.
Çerçevelerimi bıraktım, rafıma baktım. Kazandığım plaketler vardı. Gülümsedim sadece. Yatağıma oturdum oyuncak ayımı aldım elime. Bu sırada fırının açılma sesi geldi. Damla çikolatalı kurabiye kokusu içimi ısıtmıştı. Oyuncak ayımın kolunu tuttum sıkıca. "Seni bırakmayacağım. Asla seni bırakmayacağım." dedim. Annem elinde bir tabak dolusu kurabiye ve koca bir bardak süt ile girdi odaya. Çalışma masamın üstüne koydu.
"Seversin sen."
"Şimdi her şeyi anlatacak mısın anne?"
Böyle deyince kendimi çok garip hissetmiştim. Annem de ağlamaya başlamıştı.
"Cevap versene anne, camii avlusunda mı buldunuz beni? Kapının önüne mi bırakmışlar ne olmuş?"
Bunları söylerken sesim yükselmişti. Kendimi kötü hissediyordum sesimi yükselttiğim için. Daha çok ağlamaya başladım. Annem zar zor konuşmaya başladı:
"Baban, babanın yanında çalışıyordu. Yani Tarık, babanın yanında çalışıyordu. Tarık, babanın sağ koluydu Aylin. Annenle babanın arası bozulunca boşandılar. Baban annene çok kızmıştı. Seni bir daha asla görmesini istemedi. Sonra da baban, seni bize verdi."
Yanağımdan bir yaş daha süzüldü.
"Zor olmadı mı , başkasının çocuğunu kendi çocuğunuz gibi büyütmek?"
"Bazen kan bağını değil de gönül bağını seçersin ebeveyn olmak için."
İçim acıyordu. Verecek bir cevabım yoktu.
"Adım gerçekten Aylin mi? Kaç yaşındaydım beni bıraktıklarında? Babam o zaman ne iş yapıyordu ki?"
"Beş aylıktın. Adın Aylin. Baban bir bilim merkezinde çalışıyordu."
"Soyadım?"
"Söyleyemem."
"Niye?"
"Bunu yapamam Aylin zorlama. Sana ne gerçek ebeveynlerinin adını söyleyebilirim ne de soyadını söyleyebilirim. Sadece şunu unutma, sen özelsin ve gerçek ailen de özeldi."
Gözümdeki yaşları sildim. Yatağımdan kalktım, bavulumu aldım ve dolaptaki kıyafetlerimden en sevdiklerimi doldurdum. En üste oyuncak ayımı yerleştirdim. Annem ağlamaya devam ediyordu. Küçük kızının gidişini izliyordu.
"Ben öğreneceğimi öğrendim. Teşekkür ederim annem olduğun için."
Boynuma sarıldı.
"Sen hep benim kızım olacaksın."
Yaklaşık bir dakika sarıldık. Sonra masamın üstünde duran peçetenin içine kurabiyeleri koydum ve bağladım.
"Ben gidiyorum." dedim. Trençkotumu giydim, cebine kurabiyelerimi koydum. Bavulumu kapının kenarına dayadım. Ayakkabılıktan ayakkabılarımı aldım. Kapıyı açtım ve karşımda babamı -yıllarca babam sandığım adamı- gördüm.
"Baba..." dedim. Gözümden yaşlar süzülüyordu. Ayakkabılarımı kapının önüne attım ve babama sarıldım.
"Demek her şeyi öğrendin" dedi babam. Hiçbir şey diyemedim ilk baş, sonra da sarılıp
"Benim babam hep sen olacaksın." dedim.Sonra hem anneme hem babama tekrar sarıldım ve ayrıldım evden. Hava kapalıydı. Bavulumun tekerlekleri nemli sokak yollarına süründükçe ses çıkarıyordu. Bulduğum ilk boş banka oturdum, cebimdeki kurabiyeleri çıkarıp yemeğe başladım. Tadı çok güzeldi. Anne eli değdiği belliydi. Oturduğum banktan karşımdaki denizi izliyordum. İki kurabiye yedikten sonra kalktım yerimden. Bavulumu alıp yürümeye başladım. İlerlerken düşünüyordum. Ben kimim? Gerçek anne ve babamı nasıl bulacağım?
Bazen gerçekten tek sorunumun matematikten yetmiş almak olduğu günleri özlüyorum.
Kendi içimde minik çaplı bir beyin fırtınası yaparken baloncu gördüm. Onlarca balon havaya yükseliyordu.

Uçan balonlar -en sevdiklerim- benim için hayatın simgesidir. Sen ipin ucunu sıkı tutarsan hayatın istediğin gibi devam eder. İpin ucunu bıraktığında hayatın da uçan balon gibi elinden uçar gider...

Baloncunun yanına yaklaştım.
"Amca şu üstteki kalpli olan kaç para?"
"Mutluluk kaç para ise o kadar para."
"Anlayamadım."
"Ağlamışsın belli. Kim üzdü seni?"
"Önemli değil be amca. Öylesine bir konu işte."
"Kimse öylesine bir konu için ağlamaz hanım kızım. Neyse ben anladım seni. Sen kendi içinde yaşamak istiyorsun acını."
İçimden sadece bir balon istemiştim diye geçirdim. Yaşlı amca konuşmasına devam etti:
"Senelerdir balon satarım. Hiç de senin yaşında biri gelip tek başına balon almadı. Ya çocuklar ister balonu ya da genç kızlar sevgililerinden ister. Senin içinde büyüyememiş bir çocuk var hanım kızım belli."
"Sağolasın amca. Balonu alabilir miyim?"
"Sahi ya. Sen balon istemiştin. Şu kırmızı kalpli olanı değil mi?"
"Evet amca."
Adam balonu itinayla verdi.
"Al bakalım. Sen bunu mutlu olmak için alıyorsun. Bu dünyada mutluluk bedava olmalı."
"Öyle şey olur mu amca senin ekmek teknen bu."
"Bugün geldin sen beni mutlu ettin, izin ver ben de seni mutlu edeyim hanım kızım."
"Sağolasın amca Allah razı olsun."

Bir elimde kırmızı kalp şeklinde uçan balon. Bir elimde bavul yürüyordum. Hava kapalıydı. Yağmur atıştırmaya başladı. Bir bu eksikti diye düşünürken hâlâ yürüyordum. Yağmur biraz hızlanınca kapüşonumu geçirdim kafama. Elimde uçan balonum, yağmura aldırmadan küçük bir çocuk gibi yürüyordum. Banklar ıslanmıştı, oturacak yer yoktu ve yağmur hızlanmıştı. Herkes koşuşturup sığınacak bir yer arıyordu. Ben kendimi bir yere kapamak istemiyordum. Bir şemsiye olsaydı da yürüseydim diyordum. Bir yandan da okulumun önüne geldiğimi fark ettim. Selam olsun sana şehrin ortasındaki koca okul... Johnny ile ilk karşılaştığım otobüs durağı tam karşımda duruyordu şimdi.
  Arkamdan ayak sesleri geliyordu. Islak yere basan ayak sesleri... Refleks olarak arkama döndüm. Tam arkamda, elinde şemsiye ile duran Johnny. İlk karşılaştığımız yerde. Gerçek olduğuna inanamadım ve gözlerimi kırpıştırdım. O gerçekti ,karşımdaydı ve kocaman gülümsemesiyle şemsiyesini bana uzatmış duruyordu.
"Islanmanı istemem. Daha dünyayı kurtaracaksın." dedi ve şemsiyesini daha çok uzattı.
Elimdeki uçan balonun ipini bıraktığımı gökyüzüne baktığımda anladım. Bana mesaj veriyordu, gökyüzünde yukarı doğru uçuyordu... Arkadaşlarımın olduğu yere -gökyüzündeki okula- gidiyordu.
"Beni nasıl buldun?"
"İlk karşılaştığımız yere gelip bekledim sadece. Buraya geleceğini biliyordum."
Diyecek hiçbir şey bulamıyordum. Sadece ve sadece gözlerine bakmak istiyordum. Gökyüzü gibi mavi gözleri... Belki de kendime açıklayamadığım şeyler yaşıyordum o an. Johnny sessizliği bozdu:
"Geri dönecek misin?"
"Geri döneceğim Johnny. Seninle beraber okula gideceğim."
"Doğru seçimi yaptın. Bu dünyanın sana ihtiyacı var." Biraz duraksadı," Sana ihtiyacım var."

"Beraberiz. Bu işte beraberiz. Birbirimize ihtiyacımız var. Sana ihtiyacım var. O, Ozan Aslan'ın kim olduğunu bulacağım ve beraber Ayoza'yı bulup bütün planlarını altüst edeceğiz."
İşimi tamamlamak için Johnny'e ihtiyacım var. Evet bunu kabul ediyorum ama Johnny'e olan ihtiyacım sadece bu konuda değil. Keşke ona da bunu söyleyebilseydim.

"İşte benim kahramanım!" dedi Johnny. O an içinde bir kırıklık vardı sanki. Benden başka bir cevap bekliyordu. Biliyordum.
Şemsiyenin altına girdim ve beraber yürümeye devam ettik. Aklımdan Umbrella şarkısı geçiyordu.

Now that it's raining more than ever.
Know that we still have each other
You can stand under my umbrella.
Ella ella ella eh.

İstemeden sırıtıyordum. Bugün yıllarca annem, babam sandığım kişilerin öz ebeveynlerim olmadığını, gerçek anne babamın boşandığını öğrenmiş ; gerçek soyadımı, annem ve babamın neden boşandığını, şu ana kadar öz ailem olduğunu sandığım kişilerin babama neden bu denli büyük bir iyilik yapıp beni kabul ettiklerini öğrenememiştim ama her şeye rağmen sırıtıyordum.
Ergenken bile böyle değildim. Ciddiydim. Şimdi ise sinirlerimi yatıştırmak için inadına gülüyordum hayata.
Johnny sordu:
"Neden gülüyorsun?"
"Dönüşümüz efsane olacak."
Yağmur dinince beraber okula geri dönecektik ama her zamankinden daha güçlü bir şekilde.

ÖZGÜR KAHRAMAN | #Wattys2017Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin