Öğlene doğru uyanır uyanmaz yataktan dışarı attım kendimi. Başım biraz ağrıyordu ama katlanamayacağım kadar değildi, alışkınım sonuçta. Hemen pijamalarımı çıkarıp siyah bir kot pantolon, ve mevsimlerden kış, ve aylardan da ocak olduğundan haberim yokmuşçasına kısa kollu tişörtümü giyip evden dışarı fırladım.
Vincent'la buluşur buluşmaz 2 gün sonra açacağımız resim sergisi için ayarladığımız mekana gittik. Çok büyük bir yer değildi, hatta tam aksine küçük ve salaş bir yerdi ancak bu bana ve Vincent'a yeter de artardı bile. Duvara yaslanmış şekilde orada bizi bekleyen tablolara baktım. Vincent onları duvara yerleştirmekle meşgulken ben, bastırdığımız el ilanlarını aldım ve insanlara dağıtmak üzere oradan ayrıldım.
İlanları önüme çıkan insanlara verip, duvarlara ve camlara da yapıştırmayı ihmal etmedim. Bulunduğumuz sokak şehrin en işlek caddelerinden biriydi. Kütüphane, cafeler, ve birçok bar bu sokaktaydı. Herkesin görebileceği kadar ilan astıktan sonra galeriye geri döndüm. Vincent neredeyse tüm resimleri asmıştı. Yerde gördüğüm yemek poşetlerini açmaya giderken duvardaki bir portre dikkatimi çekti; "Vinc?" "Hm?" suratımda aptal bir gülümsemeyle konuşmaya devam ettim; "Neden duvarda benim portremin olduğunu sorabilir miyim? Hem tanrı aşkına ne zaman yaptın ya sen bunu". Gülümseyerek bana yaklaşıp belimden tuttu; "En yakın arkadaşımın portesini yapmayıp da kiminkini yapmam gerekiyor acaba, hem insanları habersizken çizmeyi seviyorum" alnımdan öperek sıkıca sarıldı. Tanrım gerçekten hayatımda bana değer veren tek kişi o. Kimsem yokken ona sahiptim ve onu gerçekten seviyorum.
O şekilde biraz kaldıktan sonra yemek yemek için poşetlere resmen saldırdık. Yaklaşık 10 dakika sonra tüm hamburgerler bitmişti ve patates kızartmalarımızı yiyorduk ki Vincent'ın surat ifadesinin değiştiğini fark ettim. Sinir bozucu bir gülümsemeden sonra bir avuç patates kızartmasını kafama attı. "VINCENT!" Resmen çığlık atıp gülerek bir avuç patates alıp üzerine atladım. "Ne yapıyorsun ya sen sahneye çıkmam lazım benim" "İyi işte parlarsın ışıkların altında oh" Kahkaha atarak yanaklarını öpüp üzerinden kalktım. "Ben eve gidiyorum duş almam lazım. Buralar sende." Onayını aldıktan sonra oradan ayrılı küçük evime gittim. Hemen eşyalarımı çıkarıp banyoya girmeliydim bu yüzden çamaşırlarımı ve akşam giyeceklerimi yatağımın üstüne bırakıp kendimi banyoya attım.
Banyoda geçirdiğim ve kendime zaman ayırdığım keyifli birkaç saatten sonra havluma sıkıca sarılıp odama gittim. Yatağıma oturduğumda odada şöyle bir göz gezdirdim: Gül kurusu rengi duvarlar, dağınık ve eski bir çift kişilik yatak, simsiyah çekmeceli bir şifonyer ve sık kullanılmadığı fazla belli olan makyaj masası ve onun üzeri eşya dolu sandalyesi. Islak olduğum için üşümeye başlayınca kendime geldim ve önceden çıkardığım şeyleri geçirdim üstüme.
Evde duramayacağımı anladığımda evden çıktım ve bara doğru yürümeye başladım. Öylesine yürürken ara sokaklara giriyor, avucumun içi gibi bildiğim şehirde geziyordum. Hava iyice serinlemişti ancak bu benim gibi üşüme özürlü biri için pek de sorun değildi. Saatime baktım ve saatin gece 11i gösterdiğini gördüğümde içim bir anda panik doldu. Koşar adımlarla neredeyse her gece çalıştığım bara gittim, çantamı fırlatır gibi çıkardım ve sahneye benim için konulmuş olan sandalyeye oturup gitarımı elime aldım.
Nefesimi düzenlemeye çalışırken ne söyleyeceğime karar verdim ve konuşmaya başladım; "Sanırım biraz feminizmden zarar gelmez ha?" Tam hala ıslak olan saçlarımı geriye atıp gitarımın akorunu yaparken dün akşam dikkatimi çeken mavi saçlı adamı gördüm yeniden. Doğrudan bana bakıyordu. Endişelenmiş miydi yoksa..ama onu tanıdığımı sanmıyorum. Neden benim için endişelensin ki? Yine de diğer dinleyenlerden daha farklı baktığı gözlerimden kaçmadı. O bakışları yok sayıp, her zamanki çarpık gülüşümle şarkımı söylemeye başladım;
"Rape me.. rape me my friend,
Rape me.. rape me again,
I'm not the only one, I'm not the only one
I'm not the only one..I'm not the only one.."
Söylerken eski hayatım aklıma geliyor, gözlerim dolup sesim çatallaşıyordu. Gözlerimi kapatıp söylemeye devam ettim. Tüm acımı buradaki tanımadığım insanlara anlatmak, paylaşmak istiyordum. Ben şarkımı söylerken yanıma bıraktıkları biradan içiyordum bir yandan çünkü bildiğiniz gibi, alkol her şeyi kolaylaştırır. Yine öyle oldu ve insanlara çaktırmadan gözlerimi çıplak koluma sildim. Islak olduğu için boynuma yapışan saçlarımı da çektikten sonra mikrofonu tuttum sıkıca.
"Bu şarkıyı..uzun zamandır söylememiştim..duygu patlaması oldu biraz" acı şekilde gülümsedim bunu söylerken. Dudaklarımı yalayıp devam ettim; "Ama sonuçta devam etmeliyiz, değil mi?"
Daha güçlü bir sesle yeni bir şarkı söylemeye başladım;
"I'm going hunting..
I'm the hunter,
I'm the hunter,
I'm the hunter,
You just didn't know me.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevilmeyen
RomanceSadece iki insan, büyük bir tesadüf ve adı arkadaşlık konan bir ilişki. Belki biraz da dram. Yabancı diller içerir.