Yazar notu: İlerleyen bölümlere kadar tüm karakterlerin ortaya çıkmayacağını bilmenizin, okumaya devam etme isteğinizi arttıracağını umuyorum :)Sevgili patronumun "RAY! HEMEN SAHNEYE" diye bağırmasıyla kendime geldim. Saatin bile farkında olmayacak kadar dalmışım ki her zamanki gibi sahneye geç kaldım. "Lanet olsun..geliyorum" Ellerimi saçlarıma daldırarak defterimi toparlayıp sahneye koştum resmen. Defterimi, çantamı ve diğer elimdeki içki şişemi, hemen yanımda, oturduğum sandalyenin yanında duran küçük masaya fırlatıp gitarımı da elime alarak konuşmaya başladım; "..Şey gecikme için üzgünüm..". Bir yandan ne çalacağımı düşünürken bahane uydurmaya çalışıyordum. Çarpık bir gülümsemeyle "Şimdi sizi şu arkada çalan saçma müzikten kurtarıcağımdan emin olabilirsiniz." diyerek parmaklarımı tellerde gezdirmeye başladım.
"One day I'll return,
The chosen one, under God,
The prodigal son, wreaking havoc
And yes I will get my... revenge..revenge..revenge..revenge..
One life left to live, to forgive
Make amends, wash away my sins
Prepare for judgement
Only then will I get... revenge? Revenge..revenge..revenge.."
Şarkıyı söylerken arada biramı yudumluyordum, çünkü ayık kafayla bu şarkıyı, hatta bu şarkıları söylemem imkansız gibi bir şey sayılır. Bütün gözleri üzerimde hissedebiliyordum. Beni süzen, bazen ruhumu görebilen ve acımı anlayabilenler, bazen de gözleriyle soyan gözler.
Şarkı bittiğinde alkışlar koptu mekanın içinde. Bu kadar alkışı hakkettim mi? Neden söylediğimi bildikleri..hissettikleri için mi alkışlıyorlar, yoksa müziğimi beğendikleri için mi? Belki de sadece çok sarhoşlar? Bilmiyorum, doğrusunu söylemek gerekirse bilmek istediğimi de sanmıyorum.
Diğer şarkımı söylemeye başladığımda parlak mavi saçlarıyla birinin hızla kapıya gittiğini gördüm. Kaçmak ister gibiydi, ancak fazla üstünde durmadan şarkımı söylemeye devam ettim. Bu sefer daha hareketli bir parça söylüyordum. Çiftlerin hareketlenmeye başladıklarını gördükçe hızlandırdım ritmi.
İşimi o kadar seviyordum ki saatlerce sahnede kalabilirdim. Ancak bu yorulmadığım anlamına da gelmiyordu, sahnede geçen yaklaşık 3 sarhoş saatin ardından indim sahneden. Gece boyunca göz göze gelip durduğum adamın yanına gidip, ne yaptığımın farkında olmadan selam verdim; "Selam, oturabilir miyim?". Neredeyse cevabın gelmesini beklemeden kendimi aynı adamın kucağında oturuyor buldum. Köprücük kemiklerimi ve omuzlarımı öperek izler bırakmasına izin verdim. Ancak daha yukarısına ne olursa olsun izin veremezdim, bu benim için yazılı olmayan kural gibi bir şeydi.
İşlerin daha ileriye gitmediği sıradan bir gecenin ardındanneredeyse sarhoş bir şekilde evime gittim. Her ne kadar yatağıma yatıp uyuma isteğiyle yanıp tutuşsam da kendimi duşa atıp bütün sigara ve içki kokusunu vücudumdan kazıdım. Duştan çıktığımda tamamen çıplak bir şekilde aynaya baktım. Fazla yabancı bir görüntü yoktu: omuzlarıma yapışmış ve boya olduğunu belli etmeyen platin sarısı saçlarım, şişmiş dudaklarım, kıpkırmızı olmuş koyu gri gözlerim ve alkol, düzensiz hayat ve beslenmeden kaynaklı her an kırılacakmış gibi duran neredeyse gri renkteki, kağıt beyazlığındaki vücudum.
Bu görüntüye daha fazla dayanamayıp elime geçen ilk şort ve tişörtü geçirdim üstüme. Duşa girerken çıkardığım kıyafetlerimi koltuğun üzerine fırlatıp yatağıma yattım. Her zamanki gibi içimden 10'a kadar saymayı bile başaramadan, beni uzun yıllardır hiç yalnız bırakmayan oyuncak ayıma sarıldım ve uyuyup kaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevilmeyen
RomantizmSadece iki insan, büyük bir tesadüf ve adı arkadaşlık konan bir ilişki. Belki biraz da dram. Yabancı diller içerir.