Kelebek yanımdan gittikten sonra ağacın altında oturmaya devam ettim. Gözlerimi kapatıp doğanın bana getireceklerini bekledim. Ağaçların birbiri ile iletişlerini dinledim, benden birkaç km ileride otlanan geyik sürüsünün ritmik kalp seslerine kulak verdim, biraz ilerdeki yabani çiçek tarhından rüzgarla birlikte ağaç kokularına karışıp burnuma gelen güzel kokunun ciğerlerime dolmasını bekledim, sincaplarını birbirlerini kovalarken çıkardıkları neşeli sesleri dinledim fakat bunların hiçbirisi burada boş boş oturmamı sağlayacak kadar etkili değildi... sadece tek bir şey beni burada saatlerce oturmaya itti.
Gizlenmeye çalışarak beni izlemesi... Saatlerce nefes almadan gözlerini ayırmadan beni izlemesi, o benim ezeli düşmanım fakat kalbimi hissetmemi sağlayan da tek varlıktı.
Onunla hep karşı taraflardaydık, ben tanrı için savaşırken o şeytan için savaşıyordu.Yüzyıllardır onu öldürmek istedim, kılıcımla kellesini almak bu zaferi tatmak istedim ta ki o güne kadar; Tanrı ve şeytan bizi aynı amaç uğruna dünyaya gönderene kadar.
O zaman ruhani varlıkları yok edebilecek güçte bir varlık ortaya çıkmıştı ve ona tapmaya başlanmıştı. O zamanlar onun ne olduğunu bilinmiyor sadece iyiliğin ve bereketin simgesi olduğu düşünülüyordu.
Bu varlık, şimdiki şeytanın ve tanrıların atasıydı, şeytan ve tanrının iş birliği sayesinde dünyada hapsedilmişti ama mısırlılar onu geri getirmenin bir yolunu bulmuşlardı.
Etekleri tutuşan şeytan ve tanrılar bir anlaşma yaptılar, bu sefer, aynı tarafta savaşacaklardı en güçlü komutanlarından oluşan bir orduyu dünyaya gönderdiler onların içinde biz de vardık. O savaşta o kadar çok varlık yok oldu ki öyle bir şeyi bir daha göremeyeceğimden eminim. Savaşın sonucunda dünya kıtalara ayrılmış bazı dünyada yaşayan canlıların soyları tükenmiş yeni melekler ve şeytanlardan oluşan ordunun yarısı telef olmuştu. Yine de savaş bizim zaferimizle sonuçlanmıştı.
Fakat o zaman şunu öğrendim, tanrılar ve şeytanlar verdikleri iş yapıldıktan sonra yapan kişiyi de o kişiye ne olduğunu da önemsemezler bunu ikimiz de çok iyi öğrendik.O savaşta benim bütün kemiklerim kırıldı ama ölmedim sonradan oluşan bir mağaranın derinliklerinde iki gün boyunca kırık kemiklerimle bekledim. Savaşım bittiğini biliyordum fakat ne hareket edebiliyor ne de yardım için ses çıkarabiliyordum. Öyle acı içinde saatlerce günlerce bekledim meleklerin ya da tanrının ışığını beni bulup avıma son vermesini bekledim.
İkinci günün sonunda gelen ne melek kardeşlerimdi ne de tanrının kutsanmış ışığı. Simsiyah kanatları kan içinde yere eğilmiş sol üst vücudu ezilmiş acılar içinde o girdi mağaraya her yeri kan içinde.
Büyük ihtimal beni öldürür bu acıdan kurtulurum diye düşündüm reenkarnasyon ile yine melek olurum diye düşündüm ama düşündüğüm gibi bir şey olmadı. Kendi canı yanmıyormuşçasına telaşlı bir şekilde yanıma gelip ölüp ölmediğimi kontrol etti sadece.
Neden bir şeytan bir meleğin ölmesinden bu kadar endişelenirdi ki? Bunun cevabını hiçbir zaman alamamıştım.Beni bulduktan bir hafta sonra kendisi tamamen iyileştiği halde ne yanımdan ayrılmış ne de başkalarını çağırıp beni cehenneme kapatmıştı. O sadece bana bakmış beni beklemiş ve yaralarımla ilgilenmişti. Geceleri ateşin başında kısık sesle şarkılar mırıldanmıştı ve ne kadar içinde kan ve ölüm de olsa sesinin güzelliğini baltalayamamıştı.
İki ay sonra kendi başıma yürüyebilecek hale gelmiştim artık cennete dönüp görevimin başına geçmem gerekiyordu fakat ona kadar çok alışmıştım ki biraz mağaradan dışarı çıksa ne yaptığını merak eder olmuştum ama unuttuğum çok önemli bir şey vardı; biz sonsuz bir yaşama sahip olan düşmanlardık.Üçüncü ayın sonunda kanatlarımı kullanabilir hale gelmiştim, yani ona öyle göstermiştim biraz daha yanımda kalması için biz melekeler kanatlarımız sayesinde bu kadar güçlüydük gücümüzün kaynağı kanatlarımızdı kanatlarımızı kullanmadığımız sürece bir insandan daha zayıf varlıklara dönüşürdük. O yüzden bir ay boyunca yanımda kalsın diye kanatlarımı saklamıştım ondan beni bırakıp gitmesinden korktuğum için. Düşündüğüm gibi de olmuştu kanatlarımı açtığımın gecesinde ortadan kaybolmuştu ondan sonra onu sadece karşımda savaşırken görebilmiş onun sayesinde daha çok savaşa katılmış tanrıların kıdemli generallerinden birsi olmaya hak kazanmıştım ve en büyük görevlerden birine atanıp ölümün habercisinin korumalığını yapıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMÜN HABERCİSİ bxb
FantasíaŞimdi, birisini düşünün. Çocukluğundan beri bir küvezin içinde uyutuluyor. Tüm ihtiyaçları burada karşılanırken, beş yılda bir yatağının değiştirilmesi için uyandırılıyor, sadece 30 dakika için. Her ne kadar uyuyor da olsa vücudunun zayıflamadığını...