Yer yer çatlamış ve üzerinde bitki örtüsü taşımayan toprakların göz alabildiğince uzandığı bozkırın ortasında tamamen unutulmuş ya da uzun zaman önce terk edilmiş hissi veren ve bu görüntüyü harabeye dönmüş yapıların da desteklediği şehrin ara sokaklarında sinsice ilerleyen pelerinli bir gölge adımlarını hızlandırarak, yapıların karanlıkta kalan yanlarına sığınarak ulaştığı meydana çıkmadan önce durarak çevresini kolaçan etti.Aslında gizlenmek için çok fazla çaba göstermesine gerek yoktu.Çünkü zaten sözüm ona şehir, öylesine ıssız, ürkütücü ve koyu renk gölgelerle kaplıydı ki... Üstelik bir yıl sürecek karanlık döngü başlamıştı.
Yine de pelerinli adam dikkatle etrafı gözlemledi ve keskin bakışları rahatsız edecek derecede yüksek ve her tarafı dökülen biçimsiz, gri taş bloklarla inşa edilmiş yapının kapkara bir ağza benzeyen kemerli kapısında sabitlendi.Adam oradaydı... Onu görür görmez koşar adımlarla uzun pelerinine bulaşan bembeyaz kirecimsi tozlara aldırmadan binaya yöneldi.Birden başlayan ve her şeyi daha da uğursuz kılan rüzgâr yüzünden yalnızca pelerini kirlenmekle kalmamış, şimdi de lanet olası bozkırın hiç bitmeyen tozları ağzına, burnuna, hatta gözlerinin içine dolmaya başlamıştı. Devasa taş binaya ulaştığında hiçbir ışık ya da hayat belirtisi fark edilmeyen pencerelerini görmezden gelerek iki kolunu kısa bir an öne uzattı ve göğsüne çekti. Bekleyen adam, selamını almakla vakit kaybetmeyerek arkasını dönüp, taş binanın kemerli kapısının ardında kayboldu. Pelerinli de onu izledi.
Her ikisinin de ayaklarında yumuşak görünümlü, dizlerine kadar uzanan düztabanlı çizmeler vardı. Bu yüzden binada yürüyüşlerine dair herhangi bir ses duyulmamıştı... Önden giden adam hafifçe aksıyor, bu da bozkırın tozunun dolduğu binanın zemininde ürkek izler bırakıyordu... Toz her yere girerdi. Heryere... Pelerinli adam özellikle ciğerlerinde olmak üzere iç organlarının tamamının ince bir toz tabakasıyla kaplı olduğuna emindi. Bu düşünce içini bulandırdı. Bu terk edilmiş görünümlü, harap bozkır ülkesinin tek özelliği tozdu.
Karşılayıcı ve pelerinli önlerindeki taş basamakları tırmanarak geniş bir avluya geldiler. Karşılayıcı hiç konuşmadan üç parmaklı eliyle son derece aşınmış bir kapıyı işaret edince pelerinli adam oraya yöneldi. İçeriye girmeden önce arkasına baktığında karşılayıcının yok olduğunu fark etti. Pelerininin başlığını arkaya atınca neredeyse bina ile aynı rengi taşıyan derisi ortaya çıktı. Şimdi boyu daha da kısa görünüyordu. Belki 1.20... Kafatası tepeye doğru sivriliyor, bir hayli öne çıkmış alnından inen bir kemik burnuyla birleşerek ağzına dek uzanan dümdüz bir çizgi oluşturuyordu. Üç parmaklı ve üstü girintili çıkıntılı bir yapıya sahip olan elini -Ki bu çıkıntıların içi ırklarına has bir özellik olarak kendini savunmak için kullanabileceği zehirle doluydu- kapıya uzattı. Gri renkli gözleri kısılarak bir hayvanın tedbirli bakışlarına dönüşürken kapı halkasını kavrayıp, bir kez vurdu.
Kapı, eski görünümüne uymayacak bir teknoloji ile otomatik olarak açıldı. Pelerinli adam içeriye girdi. Bir an binanın döküntü haliyle tamamen zıt olan göz alabildiğince geniş salona hayretle baktı. Buraya daha önce hiç gelmemişti, istese de bunu yapamazdı zaten. Gerçi kendisi de Temria ülkesinin üst düzey görevlilerinden biriydi ama... Buraya gelmek hayallerinde dâhi kuramayacağı bir şeydi. Ancak şu an, yöneticinin özel emriyle burada bulunuyordu. Heyecandan boğazı kurumuştu. Görevinin bir gün ona bu onuru bahşedeceğini düşünemezdi bile şimdi dikkat etmesi gereken tek şey, yanlış bir söz, hareket ya da yöneticiyi kızdıracak herhangi bir imadan şiddetle kaçınmaktı. Durduğu salonu hafızasına kazırcasına keskin gözleriyle taradı. Temria yöneticisi Nefelya az sonra burada olacaktı.
Salonda toplantılar sırasında oturmak üzere ardı ardına dizilmiş en az beş yüz taş sıra vardı. Sıraların en önünde uzanan dört basamaklı mermer bir merdiven salonu bir yandan öbür yana kaplıyordu. Salonun camları buzluydu ve yarısı siyaha boyanmıştı. Merdivenleri tırmanınca mermer alan devam ediyordu. Bu alanda simsiyah bir hitap kürsüsü duruyordu. Kürsünün açık ara arkasında da dar ve gösterişsiz, ama taht olduğu belli olan bir koltuk vardı. Başını yukarı kaldırınca onu gördü. Nefelya'yı... Aceleyle dizlerinin üzerine çöküp, başını eğdi ve iki kolunu öne uzattı. Nefelya locanın tırabzanında duran bir düğmeye basınca bulunduğu platformla birlikte aşağıya indi. Aynı pelerinlininkine benzeyen gözleri soğuk ve acımasızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET
Roman pour AdolescentsTANITIM Yaşamı tekinsiz olaylarla birden değişen ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayan genç bir kız... Kendi evrenini ve diğerlerini ölümcül bir sondan kurtarmaya çalışan bir adam... Bilinen ve bilinmeyen evrenin çakışması... Sırlarla do...