bölüm 15

25 5 0
                                    

54

Durul, beni hepsiyle teker teker tanıştırdıktan sonra Ilgın ve Baysal'ın detaylı bir şekilde anlattıklarını din-ledi. Onlara daha ilk görüşte kanım ısınmıştı. İkisi de sert, fakat akılları başlarında dürüst yöneticilerdi.

Daha sonra Oktar,Batı Çeloran'ın durumunu aktardı. Aracılar dediği Sevinç ve Ertuğ'dan bahsederken onu ayrı bir ilgiyle dinledim.

Şimdi olduğumuz yerde savaş zaten başlamıştı ve anlatılanlara bakılırsa Çeloran–Givetre ittifakının du-rumu kötüydü.

Oktar bizi Temrialıların saray dedikleri yerden çı-kardıktan sonra, ancak şu an karanlıkta görebildiğim kadarıyla etrafımı inceleyebilmiştim. Sınırları uçsuz bucaksız gibi görünen alanda ardına saklanabileceğimiz doğru dürüst bir tepe, yükselti, hatta çalılık bile yoktu. Oturduğumuz yer iri, şekilsiz bir kayanın yanıydı.

Durul: “Onlara derhal ulaşmalıyız.” dedi. Sonra bir an duraksayarak karanlıkta bile ışıl ışıl parlayan kızıl kahve gözlerini Pamir'e dikti: “Kraliçe Zeren'in Lalfer taşını taht odasından alabileceğini söylediniz yanılmı-yorsam?”

Görüntülerine hala alışamadığım bir ırka mensup olan şifacı başını salladı: “Buna kuşkunuz olmasın. Biz, evrenlerin içinde bulunduğu tehlikeyi çok iyi biliyoruz. Yani annem ve ben…”

Durul kısık sesle: “Umarım başarılı olur, taş yerine koyulmadığı müddetçe tehlike sürecektir.”

Ayağa kalktı, karanlıkta beliren boyu ve yapılı be-denini seyrettim.

“Orduya ulaşmamız gerek. Büyük tehlike içinde ol-malılar. Eminim Zorian onları içinden çıkamadıkları korkunç bir illüzyona sürüklemeyi başarmıştır. Hele bizi de elinden kaçırdığını anlamışsa öfkesi korkunç olacaktır.”

Baysal: “Bu durumda, onları kurtarmak için tek yol, kullandıkları dalga boyunu ya da bunu oluşturan maki-neyi yok etmek. Orta boyutta bir yanılsamayı kendileri oluşturabilir, ama bu denli büyük bir alana yaymak için mutlaka dalga boyu esasına dayanan bir makine kulla-nıyor olmalılar.”

Ilgın yavaşça ayağa kalktı. Huzursuz ve düşünceli görünüyordu: “Nasıl? Bunu nasıl yapacağız?”

Yanımda oturan şifacının çırağı Şayla birden söze karışınca irkilerek ona döndüm. Şimdiye dek öyle sessiz durmuştu ki onun varlığını neredeyse unutmuştum. Yine de diye düşündüm. Bir kez bir Plasidonlu ya da Temrialı'yı tanıyınca varlığını kolay kolay unutamazdı-nız. Aslında sevimli, gençbir oğlan çocuğuydu.Müthiş meraklı ve bir o kadar da zekiydi. İlk andan itibaren bana incelikli sorular sormuş, geldiğim dünyayı tanı-maya çalışmıştı. Pamir ve Ilgın müdahale etmeseydi uzun süre de susacağa benzemiyordu. Daha dördüncü ırk ile hiç karşılaşmadığımı düşündüm.

Çocuk kendisinden beklenmeyecek bir çekingenlikle: “Ben bu konuda yardımcı olabilirim.” dedi.

Hepimiz sorarcasına bakışlarımızı ona çevirdik. Pla-sidon ırkını tanımasam da en çok on dört, on beş yaşla-rında olabileceğini tahmin ediyordum.

Durul, çocuğu dikkatle süzdü, ama onu küçümseme-den: “Anlat bakalım, ne öneriyorsun?” dedi.

Şayla sınıfta sözlüye kalkmış bir öğrenci gibi sesini düzeltti. Pamir'e kısa bir bakış attı, sonra derin bir nefes aldı: “Biz, bizimkilerin tarafına geçtiğimiz zaman, ustam Kraliçe'nin çadırına alınacak.

O alet, yani dalga boyu ayarını yapan makine orada olmalı… “Susup, pelerininden şeffaf bir kesenin içinde ışıltılar saçan gümüşümsü bir toz çıkardı ve devam etti “Bu tozun adı argonin. Hiçbir teknik cihaz, o içine gir-dikten sonra işleyemez.”

Herkes Şayla'ya bakıyordu. Sesim çatallı çıkmasın diye yutkunup: “Bu çok riskli… Bilemiyorum, ama Plasidon Kraliçesi'nin çadırı içeride ve dışarıda sürekli gözetim altında tutuluyor olmalı ya da belki makineyi kumanda edenler başka bir yere götürmüşlerdir.”

KEHANETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin