Adam başını sallayınca gür saçları hareketlendi. Karanlıkta gözlerini kısarak bize baktı: “Pekâlâ, geçin bakalım.” dedi.
Tam ilerlerken tekrar sesini duyup, telaşla döndük.
“Dönüş zamanınızdan haberim olsun. Kraliçe'nin ihtiyaçlarını bekletmek istemeyiz. Size iyi bir araç ayarlarım.”
Arkasındaki adamlardan biri: “Komutan Örge, o kadar zahmete girmenize değmeyebilir. Yani diyorum ki onlar dönemeden savaş belki de biter.”
Bu söze hepsi katılarak güldü. İçim buz kesmişti. Oktar'ın dürtmesiyle ona döndüm. Gülüyordu… Anladım. Biz şu anda onlardan biriydik. Bu durum hayatım boyunca yaşadığım en büyük zorluklardan biriydi sanırım. Onlarla birlikte güldüm.
Neyse ki kısa bir süre sonra onları ardımızda bırakarak çok iri granit taş bloklarla döşenmiş yola çıktık. Artık saray önümüzdeydi. Buraya getirilirken ne denli büyük olduğunun ayırtına varamamıştım. Sanki her geçen gün ile birlikte binaya yeni eklemeler yapılmış gibiydi. Her yanı camdı ve bir insanın geçeceği mesafede yine granitten yapılmış surlar etrafını çevreliyordu. Yapının kendisi o kadar yüksekti ki surlara tepeden bakar hale gelmişti. Çatılar hem sivri hem kubbeliydi. Sanırım karanlık döngü olmadığı zamanlar tüm güneş ışığını yansıtarak bir gökkuşağı armonisi oluşturuyordu.
Girişin hemen önünde Zorian'ın dev boyutlarda bir heykeli vardı.Etrafını heykelin ayaklarının dibinde ona doğru bakmak için başlarını kaldırmış küçük boyutlarda bir sürü Plasidonlu heykelcikleri çevrelemişti. Ah… Zorian kendisi dışındakileri gerçekten böyle görüyordu demek. Değersiz… Kendinden aşağılık…
Girişte duran iki muhafıza aynı yalanı tekrarladık. Bu kadar kolay olması çok ilginçti. Ya adamlar kendi güvenlik önlemlerine çok itimat ediyorlardı ya da içimdeki hissin beni dürttüğü gibi yanlış giden bir şeyler vardı. Hani hep derlerdi ya; ‘Eğer her şey düzgün gidiyorsa mutlaka yanlış olan bir şeyler vardır.’
Okta' a: “Bu sence de fazla kolay olmadı mı?” dedim.
“Bilemiyorum efendim, ama Plasidonlar kendilerinin bilgisi dışında hiçbir şeyin olamayacağına, dünyanın kendi çevrelerinde döndüğüne inanırlar. Dolayısıyla böyle bir girişimi, onların deyişiyle cürette bulunmayı asla tahmin edemezler. Artık buradayız, görevimize odaklanalım derim ben… Bir an önce Kraliçe Zeren'i bulup, Konumlandırma Alanı'na geçelim.”
“Taht odasına gideceğiz öyleyse? Bu labirent gibi yerde orayı nasıl bulacağız? Bu arada Oktar, sen kraliçe'yi tanıyor musun?”
Oktar başını salladı: “Baysal'ın babası Noyan ve ben… Burada aynı dönemde görev yapmıştık. O ve Noyan (Elini boş ver dercesine salladı.) Ah, benim üzerime vazife değil… Noyan iyi bir devlet adamıydı, sadık bir dosttu… Kraliçe ise, Zorian ile karakter olarak taban tabana zıt bir kadındır. O dönemde ilişkilerimiz daha iyiydi.Katliamdan önce yani… Her neyse, taht odasının yolunu biliyorum, iki ülke toplantıları bir bizim başkentimiz Tus'da bir burada olurdu. Hain Timorag'ın elçilik sekreteri babası da bir süre burada görev yapmıştı.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET
Teen FictionTANITIM Yaşamı tekinsiz olaylarla birden değişen ve hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayan genç bir kız... Kendi evrenini ve diğerlerini ölümcül bir sondan kurtarmaya çalışan bir adam... Bilinen ve bilinmeyen evrenin çakışması... Sırlarla do...