bölüm 16

23 5 0
                                    

Durul sıkıntıyla nefes aldı. Elimden tutup beni de ayağa kaldırdı. Artık hepimiz ayakta ve bir an için de olsa, kendi düşüncelerimize dalmıştık. Çözüm çok zordu, alternatif hemen hemen hiç yoktu, Ordu kötücül ittifak tarafından her an yok edilebilirdi. Üstelik Lalfer taşının nasıl yerine ulaştırılacağı sorunu vardı. Evrenlerin yok olma sürecine her geçen dakika yaklaşıyorlardı. Sanırım şu an kehanet açısından düzgün giden tek şey, Durul ve benim birbirimizi bulmuş ve canlı kalmayı başarmış olmamızdı.

Oktar bu düşüncelerimi duymuş gibi: “Efendim siz Seçilmiş'le birlikte Doğu Çeloran'a dönün. Elimizdeki tek avantaj kehanet açısından ikinizin de birlikteliğidir. Ki muhtemelen Zorian sizi elinden kaçırdığını çoktan öğrenmiştir. Diğer konularda ise, Kraliçe Zeren ve Şayla'nın planına güvenmekten başka çaremiz yok.”

Durul kesin bir hareketle elini kaldırıp itiraz etti: “Benim başkente dönmem söz konusu bile olamaz. Çeloran–Temria ittifakının başında olacağım.”

Bir an sessizlik oldu. Durul yavaşça uzanıp, elimi tuttu. Onu anlıyordum, başımı salladım. Bu onayı aldıktan sonra Pamir ve Şayla'ya baktı: “Şayla, planını onaylıyorum.” dedikten sonra Pamir'e döndü “ Barış için gösterdiğiniz çabaları unutmayacağım. Size saygılarımı sunmama izin verin.”

Pamir önünde dizlerini hafifçe kırarak bir reverans yaptı. Sanki çok eski zamanlarda geçen bir filmi izliyor gibiydim.

Durul üst komutana döndü: “Onu başka kimseye emanet edemem.” Oktar sert bir selam verdi.

Ilgın: “Efendim, sınır noktaları tutulmuş durumda. Üst komutan Oktar ve seçilmişin doğu Çeloran'a ulaşmasının en emin yolu, Plasidon Sarayı'nda bulunan ve sizin beden izinizi sürerek, sizi indirdikleri o yerden geçmek olacaktır.”

Pamir onun sözlerine: “Konumlandırma alanı…”diyerek açıklık getirdi.

Bir an sözler boşlukta asılı kaldı. Durul, şu andan itibaren yanımda olmayacaktı ve tekrar o korkunç saraya dönecektik. Sırtım ürperdi, ama bunu belli etmemeliydim. Durul'un düşüncelerimi algılayabileceğinden korkarak onları derhal bloke ettim, aklı bende kalmamalıydı.Tüm dikkatini ve enerjisini bu lanet savaş üzerinde yoğunlaştırmalıydı.

Oktar: “Yönetici haklı, benim geçtiğim sırada bile büyük bir hareketlilik vardı. Şu anda tüm giriş çıkışlar tutulmuş olmalı.” dedi.

Biraz ilerleyerek Durul'un önünde durdum. Nazikçe kolumu tutarak beklentiyle bana baktı, bir şeyler söyleyeceğimi anlamış olmalıydı.

“Lalfer taşının batı Çeloran'daki yerine koyulması gerekmiyor mu?” diye sordum.

Başını salladı, ben de devam ettim: “Bunu da biz sağlamış oluruz. Onu Kraliçe Zeren'den aldıktan sonra doğu Çeloran'a, oradan da güven içinde batı Çeloran'a taşırız. Böylece Kraliçe Zeren de daha fazla risk almamış olur. Öte yandan itiraf edeyim, Sevinç ve Ertuğ'u bir an önce görmek istiyorum.”

Beceriksizce gülümsedim, onu rahatlatmak, korkmadığımı göstermek istiyordum. Devam ettim:

“ Ama Temrialı formuna bir kez daha girmek istediğimi sanmıyorum. Sadece Plasidon formuna gireceğim. Bu da yolculuğumuza uygun sanırım.” Tekrar gülümsedim. Gerçekten bu o kadar kolay mı olacaktı? Bir an Oktar ile göz göze geldik. Yüzünde ne yaptığımı anlamış ve beni onaylayan, takdir eden bir ifade vardı.

Tekrar Durul'a döndüm, parmağımdaki yüzüğü dudaklarıma götürdüm. Gözlerime doğrudan kilitlenmiş bakışları alevler saçıyor, dillendirilmeyen hikâyeler anlatıyordu. Bir an omuzlarımı tuttu ve düşüncelerime sessizce aktı: “Seni seviyorum.” Sonra sesini yükseltti ve: “Gidin!” dedi.

Oktar nazikçe onu selamladı ve tek kelime daha edilmeden karanlıkta biz, bende mezar çağrışımı yapan soğuk saraya; onlar, yıkımın ve kaosun yaşandığı savaş alanına doğru yol aldılar. Arkama dönüp bakmadım.

***

Durul arkasına dönmedi ve grubun başında yürüdüğü yola odaklandı. Eğer ardına bakarsa Seden'in gitmesine izin vermeyip, yanında tutarak onu tehlikeye atacağından korkuyordu. Sağ elinin orta parmağındaki yüzüğü diğer eliyle sarmalayıp, adımlarını sıklaştırdı.Karanlık döngü ve fırtına içinde tekinsiz şeyler barındırıyordu. Grup Temria'nın verimsiz ve içi bomboş, hiçbir şey vaat etmeyen topraklarında ilerledi.

Bir süre sonra Baysal'ın sesi duyuldu: “Şunu dinleyin!”

Şayla karanlıkta bile fark edilen mavi gözlerini iri iri açarak: “Dalga sesleri, kocaman ve azgın dalga sesleri...” diye fısıldadı.

Durul: “Savaş alanına yaklaşmış olmalıyız. Ama hangi taraftan? Bizimkiler mi, kötücül ittifak mı?”

Pamir, Durul'un yanına yaklaştı: “Ben bir yön okuma yapabilirim.”

Durul merakla şifacıya baktı: “Ne şekilde?”

Şifacı ona cevap vermeden yere çömeldi, Şayla da tam karşısına geçti. Ortalık öylesine karanlıktı ki… Genç kadın ellerini çatlamış, tozlu toprağın bir- iki santim üzerinde tuttu, başını sallayınca Şayla'nın elleri de onunkilerin yanında yerlerini aldı. Pamir, Durul'un anladığı kadarıyla kadimlerin dilinde bir şeyler mırıldandı. Şayla ise gözlerini kapatmış ve enerjisini şifacının kullanımına sunmuştu. Aniden çorak toprak aydınlanıp, saydamlaştı ve karmakarışık görüntüler birbiri ardına sıralanmaya başladı. Görüntüler bir süre sonra netleşti ve ortaya bir yapbozun birleştirilmiş parçaları gibi büyük bir resim çıktı. Resimde hiçbir hareket yoktu. Bir tarafta Plasidon-Temria Ordusu ve diğer tarafta devasa okyanus dalgalarının üzerlerine yürüdüğü Çeloran–Givetre Ordusu…

Pamir, gözlerini kapayıp daha çok odaklandı ardından hızla oturduğu yerden kalktı ve Şayla'yı da kolundan çekerek kaldırdı. Görüntü birden yok oldu. Şifacı Durul'a dönerek: “Şu anda bulunduğumuz noktadan kuzeybatı yönünde ilerleyeceğiz, yolumuz çok kısa. Çabucak Plasidon formuna geçseniz iyi olur. Çünkü alana ancak Plasidon tarafından girebiliriz.”dedi.

Ilgın: “Baysal ne olacak?” diye sordu.

Pamir: “Şansını deneyecek.” diyerek ikizine döndü: “Yanımda dur çok yakınımda… Görüntünü yanılsama kullanarak yutturmaya çalışacağım.” dedi.

Baysal, genç kadını süzdü, bir şeyler söyleyecek gibi olurken dudaklarını büzerek: “Tamam.” dedi.

Pamir, Şayla'ya: “Sen de diğer yanıma geç ve enerjini benimkiyle birleştir. İşimiz biraz daha kolaylaşabilir.”

Şayla gözlerini devirdi: “Öf, yine mi? Benim kaybolan enerjim ne olacak?”

Pamir çocuğa baktı: “Buna mecbur olduğumuzu biliyorsun, sana söyleneni yap!”

Enerji transferi çok zorlu, üstelik acı verici bir süreçti. Uygulayanı serseme çevirirdi. Yine de Şayla yaşının ve henüz yeni edinmeye başladığı yeteneklerinin çok üstünde bir performans sergiliyordu. Pamir bu iş bitince onun gönlünü alıp, ödüllendirmeliyim diye düşündü.

Ilgın ve Durul dönüşürken, Pamir ve Şayla Baysal'ı aralarına almışlardı.

Durul bu had safhada riskli işte ancak Allah yardım ederse başarılı olabileceklerini düşündü. Sonra Seden'in sözleri kulaklarında çınladı: “İyiler her zaman kazanır!” “Şans… Şans faktörünü unutma!”

Onun yokluğunu kalbinin en derin yerinde hissetti. Tekrar yüzüğüne dokunarak şanssızlık, şans, kötü, iyi ve aslında kadere ve kehanete doğru yürümekte olduklarını kabullendi.


















KEHANETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin