Bölüm 13

30 5 0
                                    



"Kaptanın ustalığı, deniz durgunken anlaşılmaz."

Durul'un yanına gidip onun kolunu tutarak oynayan devasa granit bloğu işaret ettim. Şimdi ikimiz de gözlerimizi duvara dikmiştik. Durul beni kendine çekip, hafifçe arkasına ittirdi: "Bu da ne şimdi?" dedi

"En azından garip görünüşlü düşmanlarımız olmadığından eminiz herhalde, buraya gelmek isteselerdi şu koca taşı oynatmak için kendilerini bu kadar yormazlardı."

Durul esprime gülümsedi: "Haydi, her kimse ona yardım edelim. Belki şu senin şans faktörü yanımızda olmaya karar vermiştir."

Ümit edip, korkmama rağmen onun haklı olmasını diledim. Durul yerinden oynatılarak kenarları iyice dışarı çıkmış taşa yapıştı, ben de faydası olmayacağını bilerek diğer taraftan çekmeye çalıştım. Burası da aynı Plasidondaki gibi yeteneklerimizi kısıtlayan manyetik bir alanla donatılmıştı. Yani kaba kuvvete yüklenmek tek çıkar yoldu. Granit blok tabii ki sadece Durul ve dışarıda her kim varsa onun gücüyle cüssesinden beklenmeyecek şekilde sessizce bulunduğumuz tarafa düşerken ikimiz de yanlara çekildik. Oluşan boşluğa biraz gerileyerek bakmaya başladık, hangisinin beni daha çok ürküttüğünü bilmiyordum. Kraliçe Zorian ve beraberindekilerin her an içeriye girme olasılığı mı, yoksa şu koyu boşluktan neyin çıkacağına dair bir fikrimizin olmayışı mı? Durul, düşüncelerimi okumuş gibi uzanıp elimi tuttu.

Önce bir ayak ve ardından iki büklüm olmuş devasa bir vücuda bağlı deliğe sığmaya çalışan koyu kestane renginde saçların bürüdüğü bir kafa gözüktü. Durul hızla hareket ederek adamı kolundan yakalayıp bizim tarafımıza çekti. İki adam kucaklaşırken içimde büyük bir rahatlama duygusuyla onun üst komutan Oktar olduğunu anladım.

"Oktar! Tam zamanında... Demek mesajımı aldın?"

Lafa karıştım: "Seni gördüğüme çok sevindim Oktar!"

Zarif bir baş hareketiyle beni selamladı.

"Aslında efendim, benden çok, batı Çeloran'ın çılgın ve yaşlı mucidi Batu'ya teşekkür etmek lazım. Hani şu laboratuarın dışına çıkmayı reddeden..."

Durul'un kaşları kalktı: "Ah, Batu... Benim de hocamdı ve en çok onun derslerinde eğlenirdim. Öte yandan bilimi sevmemde çok etkili olmuştur."

Oktar: "Buradan derhal çıkalım. Gerisini sonra anlatırım." dedi.

Durul başını salladı ve beni öne geçirirken: "Haklısın, ayrıntılar bekleyebilir." dedi ve ekledi "Hanımlar önden... Senin dünyandan öğrendiğim bir tabir, doğru yerde kullandım sanırım."

Deliğe adımımı atarken: "Son derece isabetli bir kullanım oldu, şüphen olmasın." diyerek güldüm.

Koridorda duyulmaya başlayan mekanik ses, bizi daha hızlı hareket etmeye zorladı. Boşluğun öte tarafına bir çırpıda atladım. Diğer ikisi de beni takip etti ve insanüstü bir çabayla dev granit bloğu sanki hiç yerinden oynatılmamış hale getirdiler. O delik kapandığı anda, vücudumda karıncalanmaya benzer bir his oluştu. Durul bana doğru eğilip, karanlıkta fısıldadı: "Manyetik alanı geride bıraktık. Güçlerin yeniden bedenine dönüyor."

Bu kez buna sevinmiştim, çünkü bu garip ve bilmediğim şeylerle dolu yerde onlara ihtiyaç duyabilirdim. Hücrenin kapısı açılmış olmalıydı. Anlayamadığımız, ancak müthiş şiddetli bağrışmalar duyuluyordu, fakat biz çoktan yolu yarılamıştık. Oktar önümüzde Lalfer taşının ince ışığıyla yürüyor, benim ve Durul'un elindeki yüzükten yayılan ışık da bastığımız yeri yeterince aydınlatıyordu.

KEHANETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin