Otopsi odaları her zaman ilgimi çekmişti. Burası ayrı bir dünyadır. Ölülerin dünyası. Ortada büyük metal bir masa, masanın boş tarafında duş başlığı da olan bir musluk vardır. Hassas terazi masanın sağ tarafına konmuştu. Masanın tepesinde bulunan ışık ve bu ışıkla birlikte büyüteçli oynar lamba. Sait ağabeyin eldivenleri ve çizmeleri maviydi. O eldivenlerinin mavi olmasını seviyordu. Dezenfektanın kokusu mutlaka üzerimize sinerdi. Ben bu kokudan nefret ederim. Eldivenlerimi, önlüğümü ve bonemi giymeden önce şu kataloglardan alış veriş yapılan markaların kolonyalarını üzerime boca ederdim. Ondan sonra giyinir masaya yaklaşırdım. Masanın üzerinde yatan ölü hiçbir şey duymuyor hiçbir şey görmüyor sanırsınız. Gerçekte de öyle midir acaba. Konuşulan her şeyi duyduklarına yemin edebilirim. Sait ağbi onları keserken gıkları çıkmaz. Canları acımadığı için belki de kendi kendilerine şöyle diyorlardır: '' Ya Sait ağbi orayı tutma ama gıdıklanıyorum bak. Ya da evet işte doğru yerdesin. Oraya iyi bak, katilimin saçlarını koparmıştım. Tırnaklarımın içine iyice bak. Lütfen bulun o şerefsizi ben daha ölmeye hazır değildim yapacak çok şeyim vardı. Ölülerle uğraşma merakım daha küçükken başlamıştı. Oyuncak bebeklerime diğer kız çocuklarından farklı davranırdım. Onları giydirip süslemez, saçlarını tarayıp toka takmazdım. Annemin mutfak eşyalarını alır, filmlerden görüp öğrendiğim incelemeleri yapardım. Çatal, bıçak, spatula, annemin tepsisi, tencere, tabak, kısaca hemen hemen bütün mutfak malzemelerini alır masanın üzerini yalandan bir otopsi odasına çevirirdim. Annemin cımbızı, makyaj malzemeleri ,her şeyi kullanırdım. Canım annem nasıl da sinirlenirdi. Eşyalarına ve mutfağına yaptıklarımı temizlemek zamanını alır ve her seferinde " ah Nuran ah sen kime çektin böyle. Bizim ailede ölülere meraklı kimse yok. Hiç ölüler merak edilir mi bırak rahat etsin insancıklar, rahat uyusunlar, ölmüşler işte. Öyle ya da böyle ne olmuşsa olmuş. Bari öldükten sonra rahat etsinler niye kesiyorlar orasını burasını bu insanların"derdi.
Oyuncak bebek almaktan bıkmışlardı. Onları keser, içlerini çıkarır, diğer oyuncaklarımdan onlara böbrek, kalp, bağırsak yapardım. Bazen korkardı annem yaptıklarımdan. Babama defalarca "bey bu kızın yaptıkları beni korkutuyor bunu bir doktora götürelim" demişti." Ölülere olan bu merakı beni endişelendiriyor." Aslında merakım ölülere değil de gerçeklereydi. Çünkü bir ceset o kadar çok konuşur ki. Sana her şeyi anlatır. Katili kim? Nerede öldürülmüş? Nasıl ve neyle öldürülmüş? İşte biz adli tıpçıların işi bu kadar kolaydır. Yeter ki bakmayı bil. O sana her şeyi söylüyor zaten. Odaya girer girmez burnuma çarpan dezenfektanın keskin kokusu, tavandaki her yeri kaplayan florasan lambalar, otopsi masasını aydınlatan beyaz ışık, bütün aletlerin konduğu alüminyum masa ve negakoskop Komiser yardımcısı Ali, Sait ağabey. Sait ağabey gene mavi beyaz kıyafetler içindeydi. Mavi çizmelerini ve eldivenlerini giymiş, beyaz bone ve önlüğüyle masanın yanında duruyordu. Gülümseyerek bakıyorlardı bana neyse ki içim biraz rahatladı. Demek ki kötü bir şey yoktu. Sıradan bir otopsiydi. Sait ağabey her zaman beni yanında tutar her otopside bulunmamı isterdi. Beni aradığı zaman bense neler düşünmüştüm. Her zamanki gibi otopsiye girecektik Sait ağabeyle. O söyleyecek ben cesedi açacak, incelemelerimizi yapıp notlarımızı alacak, ben- tabi ki bu çömezlerin işiydi- en sıkıcı ama en elzem olanı yapıp raporu yazacaktım. Bu düşünceler içindeyken telefonda çok çabuk gelmemi istemesi bunu isterkenki ses tonu tedirgin etmişti beni. Ali'nin de orada olması beni biraz şaşırtmıştı aslında. O da kıyafet tercihini Sait ağabeyin koleksiyonundan yana kullanmıştı.