like a graveyard

982 75 1
                                    

Şehrin gürültüsü kulaklarıma işkence ederken gözlerimi kapatmış gürültüyü göz ardı etmeye çalışmıştım. Hafifçe esen rüzgar narin dokunuşlarla tenime değiyor; uçları mavi, sarı saçlarımı okşuyordu. Çatının kenarından sarkan bacaklarımı ileri geri sallıyordum istemsizce. Sanki hoş bir melodi duymuş ve ona eşlik ediyor gibiydiler. Gecenin karanlığı beni kucaklarken onu kabul ediyordum. Sarılmayı severdim ve bana sarılan tek şey de geceydi. Geceyi nasıl sevmezdim ki?

Suratımda ufak bir gülümseme oluşmuştu. Aslında tam olarak bir gülümseme bile sayılamayacak kadar küçüktü. Arkamda beni birinin izlediğini hissedebiliyordum. Korkuyordu. Hissedebiliyordum. Korkusu hoşuma gitmişti. İntihar mı edecekti acaba? İzlememe izin verir miydi? Acılarla dolu bu hayat denizinde boğuluşunu görmeme müsade eder miydi? Aklımdan bunlar geçerken konuşması için beklemiştim.

Konuşmadı.

Konuşmadım.

Sustuk.

Belki de susmak yaptığımız en kötü şeydi o gece. Susmamalıydık. Haykırmalıydık. Görmesem de hissedebiliyordum.

Acı çekiyordu.

Acı çekiyordum.

Aynıydık...

...ama farklıydık.

Sessizce gelip benden yaklaşık bir metre uzağa oturdu. Siyah saçları asice alnına dökülürken bazen rüzgar onları havaya kaldırıyor, pürüzsüz alnını ve şekilli kaşlarını ortaya çıkarıyordu. Üstündeki yırtık kot cekette kan vardı. Koyu, kahverengiye dönmeye yüz tutmuş bir kırmızıyla kaplıydı ceketin kolları. Neden, diye sormak istedim. Ama sustum.

Bana baktı.

Ona baktım.

O siyah kahküllerin altında saklanan gözlerde acı vardı. Ama o kadar soluktu ki o acı net bir şekilde görülemiyordu. Bakıştık sadece. Beni inceledi. Gözlerimden başladı, saçlarımın tellerine kaydı oradan bakışları. Sonra ise burnuma, dudağıma, çeneme... Derin bir şekilde inceledi. Sanki aklına kazımak ister gibiydi.

Dudakları aralandı bir an. Bir şey söyleyecek diye düşündüm. Ama tam o an gök gürledi. Sanki konuşmaması için onu uyarır gibiydi. Ya da neredeyse konuşacağı için onu azarlar gibiydi. Gök gürültüsünü duyduğunda yanlış bir şey yapmış küçük bir çocuk gibi yerine pısmıştı. Ceza almayı bekleyen bir çocuk. Bu düşünceme içimden gülerken bakışlarımı ondan çekmiş ve şehre yöneltmiştim. Buradan nefret ediyordum. Çok kalabalık, gereksiz ve sahteydi.

Burnuma düşen bir yağmur damlası ile irkilmiştim. Benim yerimde olan sıçramamla dudaklarında küçük bir gülümseme belirdiğini biliyordum. Kafamı yukarı kaldırdım. Kara bulutlar yavaş yavaş damlaları yeryüzüne yollarken suratımı asmıştım. Yağmuru sevmezdim. Ayrıca ceketim de yoktu eve nasıl dönecektim? Hasta olmak istemiyordum. Hasta olmak berbat bir şeydi, özellikle de size bakacak kimseniz yoksa.

Yan taraftaki hareketlenme ile bakışlarım o yönü buldu. Çatının çıkışına ilerlemeden hemen önce kolu kan lekesi olan kot ceketi yan tarafıma bırakmış ve tek kelime etmeden çıkış kapısına yönelmişti. Kaşlarım çatılırken kot ceketi elime almıştım. Yoğun bir papatya kokusunun yanında demirimsi kan kokusunu da alabiliyordum. Bir elim istemsizce lekeye yönelmişti. Kuru değildi. Ama ıslak da değildi. Yapılalı günler geçmemişti ama saatler de geçmemişti. Belki de sadece yarım saat? Ya da on beş dakika?

Ceketi üstüme geçirdim. Sıska bir gencin ceketinin bana olması tuhaf gelmişti. Hadi ama ondan daha yapılıydım bu bariz bir gerçekti. Ceketi giydiğimde kanla birleşen papatya kokusunu daha net hissetmiştim. Güzel bir ahenk oluşturuyorlardı. Bu bir mezarlık gibiydi. Ölülerin üstüne dikilen onca güzel çiçek gibiydi.

Bu genç de bir mezarlık mıydı?

Şayet öyle ise...

...bu ilgimi çekmişti.

don't cut °hyungwonhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin