"Karşılaşma karşılaşma" diye günlerdir dilinde tüy biten Sevgili Ayşe bu bölüm de sana canım:))))))))
Zeynep, geceki huzursuz uykudan sonra, sabah berbat bir baş ağrısıyla uyanmış; ancak iki tane sert kahveyle kendine biraz gelebilmiştir. Kahvesinden ilk yudumu aldığı andan beri de babasının dünkü çağrısına uyup uymamak arasında karar vermeye çabalamıştır. En sonunda merak galip gelmiştir. Merak ve belki bir iki çift laf etme şansı…
Yüreği onunla ilgili o kadar doludur ki son aylarda içini kavuran büyük acı, onu iteleyip kendine yer açsa da “babasızlık” hâlâ yüreğini kanatıp durmaktadır. Çocuklarla ilgili bir meslek seçmesinin en mühim nedenidir yüreğindeki o acı. Derdini anlatmaktan aciz küçüklerin dertlerini giderebilmek, sevgiyi tanımaları ve yaşamaları için yardımcı olmak…
“Babasız kalmasın!” diye kendi çocuğunu yapmamaya yıllar önce karar vermiştir Zeynep. Annesinin kaderini yaşarsa, çocuğunun babası ölürse gibi bir sürü olumsuzluğu art arda dizmiş ve kimsenin ona “Anne!” dememesini göze alıp çocuksuzluğu seçmiştir ama hayatında bir kez bile “Baba” diyemeyen küçük kız, yüreğinin içinde hâlâ oturmakta ve hâlâ ağlamaktadır. Artık kimseye “Baba” demek istemese de “o adam”ı merak etmektedir işte!
Sabah beri kendisiyle yaptığı bin türlü mücadeleden sonra saat tam 15.00’te kendini babasının ofisinin önündeki lobide bulur, Zeynep. Lobideki şık masada oturan kadın, kendisine merak dolu gözlerle bakmış, belli ki bu ofise gelip giden insanlara benzetememiştir, onu. Ancak adını söylediğinde kadının soğuk tavrı yerini mesafeli bir sıcaklığa bırakmış ve hemen yerinden kalkıp “Buyurun Zeynep Hanım!” diyerek onu kapalı kapının ardındaki ofise yönlendirmiştir.
Zeynep, babasını çok az görmüş, en son üniversiteden mezun olduğunda mezuniyet töreninde karşılaşmış ve ayaküstü tebriklerini kabul etmiştir. Babası, mezuniyet törenine kız kardeşiyle gelmiş ve iki kardeşi, orada tanıştırmıştır. Kendisini, karısına ve kızına nasıl anlattığını hep merak etmiş, kızının bir kardeş fikrini nasıl kabullendiğini anlamaya çalışmış ama bunları bile babasına soracak fırsatı olmamıştır.
O günden sonra kız kardeşine birkaç yerde, birkaç defa rastlamıştır. Kızın onunla konuşma hatta yakınlaşma çabaları olmuş ama kendisi uzak durmayı seçmiştir. “Ne tuhaf!” diye düşünür. Kardeşini bile babasından çok görmüş ve daha çok sohbet etmiştir. Babasıyla ilgili tek bir anısı yoktur. Annesinin sakladığı bir iki gençlik fotoğrafı ve basında çıkan bir iki haber dışında onun varlığını gösteren bir işaret bile yoktur Zeynep için. Her zaman hesap cüzdanı olarak kalmış bir adamdır,o.
İçeri girdiğinde masanın ardında oturan adama yabancı gözlerle bakar. Onların içeri girdiğini fark eden adam, masasından kalkıp asistanına “Teşekkür ederim Nilgün! Sen bize iki kahve getir, lütfen. İçersin değil mi Zeynep?” Zeynep, kuruyan boğazı yüzünden konuşmamayı tercih etmiş başıyla “evet”lemiştir sadece. Kadın çıktıktan sonra babası, ona masanın önündeki koltuğu göstermiştir. Adamın yanına gelip ona sarılmak, öpmek gibi gereksiz laubalilikler içine girmemesi içini rahatlatmıştır Zeynep’in. Ama adam, iş görüşmesine gelen bir eleman kadar bile yakınlık göstermemiş, elini dahi sıkmamıştır onun.
Zeynep, soğuk bakışlı ve mesafeli adamı ilk kez detaylı inceleme fırsatı bulmuştur. Kendisinde ondan görünüş olarak pek bir şey yok gibidir. “Ama genellikle yüzümde olan ‘buz meleği’ maskemi ondan ödünç almışım belli!” diye düşünür. Babası da Zeynep’i tedirgin etmemeye çalışarak incelemektedir. Ancak bu inceleme bir babanın yıllardır görmediği kızını incelemesi değil sanki bir müzayedede satın alacağı antikayı inceleyen bir sanatseverin bakışları gibidir. Babası, duygulardan çok da payını almış bir adam gibi görünmemektedir. Aslında böylesi Zeynep’in de o an tercih ettiği durumdur.