Yaşamak için yaratmak lazımdır. Tükenmiş bir dünyayı, yok etmeye kodlanmış gibi akın akın sürüye katılıyorduk. Üretimsiz geçen her saniye, yaşamın sonuna doğru ivmeyi arttırıyordu. Hepimiz patlamaya hazır bir balona hapsolmuştuk. Kendimizi tüketerek yaşıyorduk. Üretmek gerekiyordu ve oyun hayallerin üretimiyle temellendirildi. Kurallar hazırdı. Görmezden geldiğimiz en zayıf noktamız, en güçlü olmaya mecburdu. Emek vermeliydik. Yenmek diye bir çıkışı olmayan, yenilmenin tek çıkmaz yol olduğu oyunda, oyuna hazırdık.
Kural:1 Kaderinizi cesaretiniz belirleyecek.
Öğrendiğim ilk kural bu oldu. Vazgeçmeden gerçeğimizi bulmamız gerekiyordu. Tarihte hep cesaretli olanlar adını duyurabilmişti. Acabalara kapılmadan, istekleri ve hedefleri için koşanlar sonsuz olmaya hak kazanmıştı. Tutunmak zorken, karar vermek en zoruydu. Bir bütün halinde kalp ve aklı aynı yöne doğrultup, çalışmak gerekiyordu. Tutunmak kadar birleştirmekte zordur. Ama bir kere sıkı sıkı sarılınca, birlikte güçlü olmayı tadınca, bir daha çözünmekte zordur. Korkmadan adım atmak gerekiyordu. Tüm olumsuzluk hikayelerini bir kenara koyup, tamam demek gerekiyordu. Kendini bulman gerekiyordu. Ne bir şöhrete, ne bir paraya ne de bir mevkiye göz kırpmadan sadece özümüze odaklanmamız gerekiyordu. Ve bazen de vazgeçip büyük bir şöhretten, öze kavuşmak için herhangi biri olmayı kabullenmek gerekiyordu. Hiç kimse olmayı kabul etmek.
Yaşadıklarım hala rüya gibi geliyordu. Yazanları tekrar tekrar okumaktan başka yapacak bir şeyim yoktu, oyuncaklarla yalnız kalmaktan başka hiçbir şey yaşamıyordum. Odada ki sessizlik beni delirtiyordu. Söylediklerimi duyan fakat tek bir kelime cevap alamadığım varlıkların içindeydim. Artık başlamasını istiyordum. Beklemek çok zor geliyordu. Bütün hücrelerimde huzursuzluğu hissediyordum. Onlar gibi bir oyuncağa dönüşme ihtimali aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. Cesaret diyordu mektupta, oysa sahip olduğum en son şeydi cesaret. Her gün bekledim. Sadece bekledim. Birinin bana bir şeyler öğretmesini, karşıma bir mektup daha çıkmasını bekledim. Ben bekledikçe zaman geçiyor, fakat değişen hiçbir şey olmuyordu. Her gün defalarca o mektubu okuyor, ve mektupta yazan eğitimin başlamasını bekliyordum. '' Artık yeni ''Kurgucu'' sensin. Bu odada temel eğitimi aldığın an, as eğitime çağrılacaksın.'' İşte bu cümleye günler boyunca odaklanıp, bekledim. Asıl odaklanmam gereken cümlenin ''Kazanmak için çalışmazsan asla kapıları açamazsın.'' olduğunu farkedene dek bekledim. Yeni bir kapı açılmasını, birinin çıkıp bir şeyler anlatmasını beklemiştim fakat kapıları açacak ve öğrenmem gerekenleri kendime öğretecek olan yine kendimdim. Kazanmak için çalışmam gerekiyordu. Amaçsızca beklemek bile sonunda bunu öğretmişti. Deneyim, evrendeki en iyi öğretmendi. Harekete geçmenin zamanı gelmişti. Oyuncakçı dükkanını tekrardan inceleyerek başladım kıpırdanmaya.
Arka arkaya dizilmiş, oyuncaklarla dolu altı tane raf vardı. Her oyuncak, dünyadan kaybolmuş bir insan demekti. Tıpkı benim gibi hayatının bir anında dünyadan çalınmış ve bu oyuna sıkıştırılmış onlarca insan vardı. Bu kadar insan ise yıllardır devam eden, hala kazananı olmamış bir oyun demekti. İçinde olduğum durumu daha derin düşünmeye başladım. Anlamam gerekiyordu. Yaşadıklarıma bir anlam yüklemem mutlaktı. Amaçsızca orada beklediğimi hissetmek, çıldırma noktasına getiriyordu beni. Dayanabilmem için bir amaç, ''Neden?'' sorusuna bir cevap gerekliydi. Onlardan biri olup, binlerce yıl onlar gibi bir esarete düşme olasılığı tüm beyin hücrelerimi kuşattı. Tüm bu büyüleyici dünya beni git gide daha korkutmaya başladı. Gerçekliğe daha da inanmaya başlamıştım. Acaba beni görüyorlar mıydı? Oyuncakları incelemeye başladım. Siyah gür saçlı bir bebek vardı. Kolunda sepeti, içinde de küçük küçük keseleri vardı. Bir başka oyuncak ise gemi ve elinde ip olan bir kaptandı. Tahtadan bir uçak, futbol topu büyüklüğünde bir misket vardı ya da belki bir küre. Turuncu bir sandık. Rafların arasında dolaştıktan sonra gizemli kapının önüne geldim. Kapıyı tekrardan açmaktan çekinsem de, günlerce odada kalmanın verdiği çaresizlikten dolayı yine de açmayı denedim. O da tıpkı giriş kapısı gibi kilitliydi. Bu sefer açmamı sağlayacak anahtarlar ortalıkta görünmüyordu. Kapının önünde duran uzun masayı incelemeye başladım. Önceki gelişimde, o an tam durduğum yerde, o yaşlı adam vardı. Masanın dört tane çekmecesi vardı. En üst çekmece boştu. Bir altında ki ve bir altında ki de öyle. Fakat en altta duran çekmeceyi açtığım an, yaşadığım o boğucu hayat bir anda nefes almaya başladı. Günlerce hiçbir şey yapmadan beklemiştim. Yaşadığım şokunda etkisi vardı elbet ama yinede daha önceden harekete geçmem gerekirdi, daha çabuk toparlanmam gerekti. Çekmecede bir kitap duruyordu. Sonunda attığım adım, kısacık bir zamanda karşılığını vermişti. Hayatı yerinden oynatmamız gerekir. Hangi yöne olursa olsun, hangi güçle olursa olsun bir direnç uyguladığımızda eninde sonunda karşılığı geliyordu. Hemen kitabı incelemeye başladım. Kapağında ağaç şeklinde bir oyma bulunan, kalın kahverengi bir kitaptı. İçinde ki bilinmezliğe duyduğum heyecan, beni sabırsızlandırıyordu. Hemen kitabı açtım. Önümde birbirini takip eden bomboş sayfalar vardı. Gördüğüme inanamıyordum. Sonunda tüm sorularıma cevap bulduğumu sanıyorken, yine boşlukta kalmıştım. Sanki büyük bir oyun değilde, sadece benimle oyun oynanıyor gibi hissettim. Bunca gün sonra karşıma bomboş bir kitap çıkmıştı. Buna inanamıyordum. Her sayfasını tek tek çevirdim. Belki bir sayfasının küçük bir köşesinde küçük bir not vardır diye her yerini inceledim. Fakat hiçbir şey bulamadım. Umudum daha da azalmaya başladı. Ömür boyu orada kalacakmışım gibi hissediyordum. Çaresizdim. Daha fazla adım atacak yerim kalmamıştı. Olduğum yerde, kitap elimde uyuya kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🎴(O.Y.U.N)🎴 ''ATEŞ TOPU''
Fantasy🎴 Seçildim. 🎴 Yüzyıllar sonra tekrardan hayat bulacak oyunun, direnişçilerinden biriyim. Her oyun farklı bir kapı demektir. Kuralları değiştirmeyi öğrendiğiniz an oyun gerçeklikten çıkıp, zihinsel yapınızın bir ürünü olmaya başlar. Oyunca...