5 🌙

1.2K 87 2
                                    

Sakin geçen bir günün ardından, gün akşama dönmeye başlamış, güneş tüm kızıllığıyla odamın içinde hakimiyetini kurmuştu.
Günlük okumamı yapıyordum, bitmek üzereydi. Son sayfayı da okuyunca, içime dolan huzurla beraber, masamı toplayıp kalktım. 

Dolaptan koyu renk elbiselerimden birini alıp yatağımın üstüne serdim. Ona uygun, geniş şallarımdan birini alıp, ütülemek için odadan çıktım. Tamam, yazmaların sevdalısıyız ama şal da severiz icabında.

Günlük raconumu kestikten sonra, şalımı ütüleyip odama geri döndüm. Onu da yatağın üstüne serdim.

Salatası, yemeği, sofra hazırlığı, bulaşığı, yalaşığı derken, neredeyse Esmaların geleceği saati bulmuştuk.

Tam şalımın önünü yapmıştım ki zil çaldı. Kendi kendime 'Bu sefer olmadı Nevin, son iğneyi zilden önce tamamlayamadın, bir sonraki misafirlere artık.' diye teselli vererek şalımı genişçe dolayıp yandan iğneleyip, oturma odasına yöneldim. Allah'tan çok geç kalmamıştım, ayıp olacaktı yoksa. Hasibe teyzeye sarılıp dış kıyafetini aldım. Esma'yla hasret gideren bir sarılma yaptıktan sonra onunda kıyafetini alıp odamdaki askıya astım. Annemlerin yanında biraz oturduktan sonra Esma'yla mutfağa geçtik. 

Liseden bu yana gururla yerine getirdiğim, misafire hizmet etme görevimi, vazife bilinciyle devam ettiriyordum. Önce çayları demledim. Evet çayı değil çayları. Biri haremlik çayı, biri selamlık. Ah, selamlık demişken, misafire hizmet etme görevimde, en büyük yardımcımı söylemeden geçemeyeceğim. Yıllardır, 'çay hazır' mesajıyla ikiletmeden servis yapan Selim'e buradan en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum efenim. 

"Ee Nevin, görümcelik nasıl gidiyor ?" kıkırdayarak bitirdiği cümlesini havada yakalayıp, sessize almak istedim, ama olmadı.

"Kız Esma, biri duyacak şimdi." dedim sinirli ve sessiz bir şekilde. "Nasıl gitsin, bir şey olduğu yok, olmaz da inşaallah. Yani zamanı gelene kadar. Zaten Merve'yle de bir daha konuşmadık."

"Zaten konuşsak da çok bu konu hakkında konuşacağımızı zannetmiyorum." dedim gülerek. Bir miktar söyleyeceklerim vardı tabi, ama oturup uzun uzun evlilik mi konuşacaktık sanki.

"Hayırlısı olsun kardeşim, Allah doğru yoldan ayırmasın."

"Amin, inşaallah." derken bir yandan da raftan tabakları indiriyordum. Sırasıyla kek ve tuzlu kurabiyeleri tabaklara pay ettikten sonra, çayları koyup, tepsileri de hazır ettik. Mutfak masasındaki telefonuma uzanıp, Selim'e klasikleşen 'çay hazır' mesajımı attım. Mutfağın kapısını açtım. Tam tepsiyi alıp yüzümü kapıya dönmüştü ki, kaba bir ses tonuyla 'abla' tarzında bir sesleniş beklerken, Esma'dan gelen "Abi !" seslenişiyle, kendimi, kendi evimde yabancı gibi hissettim bir an. 

Esmalar'la çok sık gidip gelirdik, ama üç kişilik aile kadrolarına aşinaydım ben. Ağabeyinin geldiğini bildiğim halde, burada oluyor oluşu, gene de şaşırtmıştı. Karşılama faslına yetişemememden de kaynaklıydı tabi biraz.

Koridorun sonundaki ağabeyinin mutfağa doğru geldiğini görmüştüm. Mutfak ve salonun girişleri yan yanaydı. Kasıtlı bir geliş değildi bu, salona ulaşmaya çalışıyordu, ama Esma'nın ne yapacağını az çok tahmin edebiliyordum, elleme Esma gitsin işte, Selim gelir alır, demek istedim, diyemedim.

"Abi, tepsiyi içeri götürebilir misin ?"

Esma'cım, canım niye yapıyorsun bunu.

"Tabi."

Bir iki adım atıp tepsiyi uzattım. Adını bilmediğim, Esma'nın abisi diye hitap ettiğim şahıs, bir süre tepsiyi inceledi. Niye ki, tabakların dibine mi dökmüştüm çayları, en hazzetmediğim şey halbuki.

GelincikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin