Gözlerimi açtığımda, odanın güzelliğine bir kez daha hayran kalarak, komidinin üstündeki telefonuma uzandım. Saat 8.17'ydi.
Kalkıp güneşlikleri açtım, tülleri düzelttim. Haziranda olmamıza rağmen buranın geceleri gerçekten epey soğuk oluyormuş. Gece kapattığımız ahşap pencerelerden birini açıp odayı havalandırdım. Odaya davetsizce giren güneşe, gıcırdayarak açılan cama rağmen, hatta uyanması için bilerek ve isteyerek yaptığım onca gürültüye rağmen Esma hala uyuyordu.
Saat erkendi evet, ama dün akşam yatsıdan hemen sonra uyuduğumuzu düşünürsek açığı kapatmış olmalıydık.Dünkü yolculuğumuzun son kısmı tekrar bir 'garip'lik vuku bulmadan tamamlanmış, bu küçük ama bir o kadar sevimli, eski bir konaktan bozma pansiyona yerleşmiştik. Buranın pansiyon deyince akla gelen şeylerden tamamen farklı bir yapısı vardı.
Zemin katında, çok geniş bir salonu, neredeyse aynı genişlikte bir de restoranı vardı. Bunu dünkü akşam yemeğinde deneyimlemiştim. İnşâallah Esma tez bit vakitte uyanırsa, kahvaltılarını da deneyimleyektim.Üst katta ise dört odası vardı, Selim'lerle karşılıklı odalarda kalıyorduk. Ahşap zemindeki ayak seslerinden anlaşıldığı üzere diğer odalarda doluydu.
Esma hadi ama ya.
Kına gecesi yarın akşamdı, bu da bugünümüzün boş olduğu anlamına geliyordu. Yarın, sabah erkenden Sevcan'ın yanına gidecektik. Bugünkü planımız ise gezebildiğimiz kadar şehri keşfetmekti.
Askıdan feracemi ve epeyce koyu ve geniş namaz örtümü alıp güzelce örtünüp odamızın minik balkonuna çıktım.
Şimdiye kadar çok şehir gezmedim ben. Toplasam iki ya da üç eder belki gördüklerim. Ama her şehrin kendine has bir duruşu olduğuna inananlardanım. Kendine has bir havası, tadı.Restore edilmiş eski evlerin bulunduğu bir yerdeydik.
Bizim odamız arka tarafa göre, nispeten daha büyük bir sokağa bakıyordu.
İki katlı, eski ama zarif bir evin, balkonundan şehir manzarası ne kadar izlenebilirse o kadarını izliyordum şimdi. Görünen en uzak mesafe, biraz daha alçakta kalan alt sokağın bir kısmıydı.
Sokak boyunca, karşılıklı, birbirine benzeyen bu evlerden vardı.
Restore edildikten sonra büyük bir çoğunluğu pansiyon, bir kısmı ise 'kafe' olarak modern hayata ayak uydurmaya çalışmıştı belli ki.
Bu evlerde, çok değil belki de yüz yıl öncesinde yaşayanları hayal etmeye çalıştım zihnimde. Yüzüme yerleşen gülümsemeyle sokağı incelemeye devam ettim. Esnaflar belli ki güneşten evvel açmışlardı dükkanlarını. Çoğu kapının yanında, hediyelik eşyaların satıldığı tezgahlardan vardı. Bir çoğu özenle, olabildiğine düzenli bir şekilde dizilmiş, bir kısmınınsa hala üzeri örtülüydü. Tezgahlardan birinin yanında beş altı amca oturmuş sohbet ediyorlardı. En fazla on yedisinde bir oğlansa, çay dolu, adını bilmediğim ama hani şu sallansa bile çayların dökülmediği, yuvarlak, metal tepsisiyle amcalara doğru yürüyordu. Tam karşıdan ise tanıdık bir sima geliyordu.
Bir dakika.Tanıdık mı dedim ben ?
Bilmediğim bir yerde, tanıdık bir sima ?
Açlıktan olsa gerek, az evvel güzel güzel çalışan beynimi, alıp önümdeki boş saksıya bırakmışmış gibi, 'tanıdık' simanın anlamsızca yüzüne baktığımı, başını öne eğişiyle fark etmiştim. Derhal beynimi saksıdan alıp odaya geri döndüğümde, Esma'nın hala uyuyor oluşuna şaşırmak bile gelmemişti içimden.
Nevin sana açlık yaramıyor kızım. Bünyede ters etki yapıyor, vallahi bak.Kendimi gene garip hissediyordum işte. Yani, ortada bilerek yapılmış bir şey yoktu, boş bulunmuştum, sadece bir an. Ama bu yersiz meraklarımın ve boş bulunmalarımın önünü alamazsam rezil olmak yolunda adım adım ilerlemeye de devam edecektim. Etrafı sırıta sırıta izlemeseydim iyi olacaktı bir de tabi. Huzurunu, mutluluğunu içinden yaşa de mi ama. Niye sokağı gülümseyerek incelersin ki ?