Yaşanan bu kısa ama anlamlı olaydan sonra kendisini Rahip Rafael'in kollarından çeken Samanta, hemen yolun karşısına geçerek arabasına doğru hızlı adımlarla ilerler. Ve arkasına hiç bakmadan hemen arabasına biner. Samanta'nın peşinden Rahip Rafael'de otoparkta ki arabanın yanına gelip elinde ki küçük valizi ile arabanın arka koltuğuna oturur. Bir ara Samanta'nın sinirden titreyen ellerini gören Rahip Rafael:
"Samanta, lütfen sakin ol. Derin nefes al ve içinde ki huzuru bul. O huzur, o ışık seni rahatlatacak. Bu kadar sinirlenmene gerek yok, ölüm her zaman her dakika yanımızda bunu hiçbir koruma engelleyemez."
Samanta duyduklarına karşılık arabanın dikiz aynasından gözlerini arka koltukta oturan Rahip Rafael'e dikerek:
"Bana din dersi verme!!!"
Ardından başını arka koltuğa çeviren Samanta konuşmasına şöyle devam eder:
"Ölüm peşimizde ama şu bir hafta sana asla yaklaşamaz. Çünkü işimden olmak istemiyorum Rahip Rafael Corrente." diyerek arabayı çalıştırır.
Kilise'de ise yoğun bir çalışma vardır. Ülkeyi ziyarete gelen genç Rahip Rafael Corrente için başlatılan bu hazırlıklar onun Vatikan ve Aziz Petrus Bazilikası için ne kadar değerli olduğunu göstermektedir. Konuşma yapacağı kürsüden su içeceği bardağa, karşılama komitesinden ziyareti boyunca kalacağı odaya kadar herşey özenle hazırlanıyordur. Samanta arabayı sürmeye devam ediyorken arka koltukta oturan Rahip Rafael etrafta olan biteni gözleriyle süzdükten sonra bakışlarını Samanta'ya doğru çevirir. Şehir trafiğinin sıkışık olduğu bu saatlerde Vatikan şehrinin giriş kapısına doğru yavaş yavaş ilerlerken, Samanta bir ara üzerinde bulunan gözleri fark ederek konuşmaya başlar:
"Bir sorun mu var Rahip Rafael?" diyerek bir soru yöneltir.
Bunun üzerine Rahip Rafael söze girer:
"Az önce yaşanan olay da sana dair çok farklı şeyler hissettim. Kanının akışı, kokun, bakışların normal bir insandan çok farklı ve çok garip. Sıradan insanların ki gibi yapay değil. Sende çok farklı bir şey var. Taşıdığın bir güç sanırım, onu hissettim."
Duydukları karşısında şaşkınlığını gizlemeden arka koltukta oturan Rahip Rafael'e doğru dönen Samanta:
"Sıradan insanların ki gibi yapay değil derken? Nasıl bir güçten bahsediyorsun.?" diye sorar.
Rahip Rafael kendisine sorulan merak dolu soruya şöyle yanıt verir:
"Doğalsın, Tanrının kutsanmış bir gücünü taşıyan seçilmiş insanlar gibisin." dediğinde kendisine iyice şaşkın ve bir o kadar da sert bakan Samanta'yı gören Rahip Rafael konuşmasının farklı bir yerlere çekileceğini ve yanlış anlaşılacağını düşünerek yeniden söze girer:
"Neyse, din dersi vermek istemem. Önemsiz bir tespitti sadece." diyerek konuyu kapatır.
Kornaların sesiyle bakışlarını Rahip Rafael'in üzerinden çeken Samanta camını açıp dışarıda yer alan İsviçreli Muhafızlara italyanca birşeyler söyleyip, rozetini gösterir. Titizlikle yapılan güvenlik taramasının ardından şehre doğru yol almaya başlarlar. Vatikan Şehir Devletine girildiğinde adeta büyük geniş bir avluyu andıran meydan ve bu meydana bakan beş katlı bir saray gözler önüne çıkar. İşte bu saray bazen Papa'larında içerisinde ikamet ettiği tüm heybetiyle Aziz Petrus Bazilikasıdır...
Yavaş yavaş Aziz Petrus Bazilikasına yaklaşan Samanta gördüğü üst düzey güvenlik çemberi önünde arabayı durdurur. Arabanın etrafını saran İsviçreli Muhafızlar, basının görüntü almasını engellemek için adeta etten duvar örmüşlerdir. Din ile çok yakından ilgilenen insanlarda meydanı doldurmuş ellerinde bulunan kameralar ile Rahip Rafael'in arabadan inerek kendilerini selamlamalarını bekliyorlardır. Yüksek güvenlik çemberi içerisinde arabadan inen Rahip Rafael kendisini karşılayan kalabalık topluluğu selamlamaya başlar. Samanta ise bu kalabalık izdihamı arabasından inmeden anlamaya çalışıyordur. Rafael tanışma merasiminden sonra kendisini karşılayan din adamları, kardinaller ve basın ile beraber kiliseye doğru ilerlerken bir ara durarak başını arabanın içerisinde bulunan Samanta'ya çevirir. Rafael'in kendisine baktığını hissetmiş olacak ki Samanta'da başını o yöne doğru çevirir. Bir an tüm kalabalığın içinde birbirleri ile gözgöze gelen ikiliden Samanta arabasını çalıştırıp gaza basarak oradan ayrılır. Akşam üzeri başlayan yağmur ile birlikte geçen bugünün ardından eve gelen Samanta, sabah ki kadının halen daha bankta oturduğunu görür. Yağmurun hızını arttırmasına rağmen tuhaf görünümlü kadının oturduğu yerden kımıldamıyor olması Samanta'nın dikkatini bir kez daha kadına yoğunlaştırmıştır. Sabah yaşadığı olaydan sonra tuhaf görünümlü kadının yanına gitmeye biraz çekinen Samanta yağan yağmurun altında bir süre durup tuhaf görünümlü kadını izlemeye başlar. Bir süre sonra sırılsıklam bir şekilde apartmana giren ve evine çıkan Samanta sıcak duşun ardından kahvesini eline alarak televizyon da kanalları hızlı hızlı geçmeye başlar. Kanalları geçerken aniden bir kanalda duran Samanta, Aziz Petrus Bazilikasın'dan canlı yayınlanmakta olan ayini ve hemen ardından güvenliğinden sorumlu olduğu Rahip Rafael'in konuşmasını izlemeye başlar.
Rahip Rafael konuşmasının bir bölümünde şunları söyler:
-- Hücre "canlı en küçük yaşam birimi" olarak tanımlanır. Şaşırtıcı bir şekilde bir insan vücudunda yaklaşık 100 trilyon canlı hücre bulunur. Bu rakamın ne anlama geldiği konusunda fikir edinmek için Tanrı'nın her saniyede bir kadın veya bir erkek yarattığını düşünün. 3 milyon yılda kaç insan yaratılabilir? Bunun cevabı 100 trilyondan az olurdu.
Aklınıza gelebilecek bir başka soru da şu. Vücudumuzdaki bu kadar fazla hücreyi kontrol edebilir miyiz? Cevap bir şekilde evet. Örneğin sivrisinek ısırdığında bunu sadece hissetmeyiz, aynı zamanda nereyi ısırdığını da tam olarak biliriz.
Aynı şekilde, kutsal kitaplardan öğrendiğimiz kadarıyla günah işlediğimizde Tanrı'yı incitiriz. Bizler günah işlediğimizde Tanrı'nın canı bizim canımızın sivrisinek ısırığından yandığından çok daha fazla yanar. O bizim günahımızın ne olduğunu ve o günahı kimin işlediğini bilir. Başka bir deyişle her birimizin canı ve ruhu Tanrı'ya bağlıdır!!!
Şu ayet insanoğlunun Tanrı'ya benzer şekilde yaratıldığının bir diğer ispatıdır. Yaratılış 1:26: "Tanrı 'İnsanı kendi suretimizden yaratalım....' buyurdu." Neticede O bizim Babamız. Canımızı ve ruhumuzu O'ndan alıyoruz. İçimizde Tanrı'nın kanı var; bu nedenle O'nun genini taşıyoruz.
Tanrı inancımızı sorgularsak eğer, canımızı ve ruhumuzu ebedi bir ölüme mahkûm etmiş oluruz.
Baş melek Şeytan'ın kibri onu Tanrı'yı kıskanmaya ve Tanrı gibi olma arzusuna itti. Eğer Şeytan pişman olup tövbe etseydi Tanrı onu affedebilirdi. Onun yerine Şeytan meleklerin üçte birini onun izinden giderlerse Tanrı gibi olabilecekleri konusunda kandırdı. Neticede Şeytan, karanlık ve kötülük melekleri olan takipçileri cennetten kovuldu. Hepsi ebedi bir ölüme mahkûm edildiler.
Tanrı insanoğlunun kendisi'nden ayrılıp cehenneme gitmesini istemez. Yuhanna 15:4'te buyurduğu gibi insanoğlunun kendisi'nde kalmasını ister: "Bende kalın ben de sizde kalayım...
Çıkarılacak ders şudur ki: Bizler yüce Tanrı'nın, Kralların Kralı'nın ve Rablerin Rabbi'nin çocukları olma ayrıcalığına, onun kanını taşıdığımızı ve onuruna sahip olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Alçakgönüllü olmalı ve kutsal bir hayat sürerek O'nun kutsal adını yüceltmeliyiz. Tanrı bizi yarattığı her şeyden daha fazla sevmektedir... --
Rafael'in yapmış olduğu bu konuşmasın da ilgisini çeken ve bir kısmını da üzerine alan Samanta derin düşüncelere dalar. Bu canlı yayını izleyen bir başka kişi de korkunç sesler çıkararak, tırnaklarını oturduğu sandalye'ye sürtüp, sandalyeyi kazıyan bir hayli korkunç, adeta gözlerinden ölümün olduğu adamdır. Tırmaladığı sandalyeden çıkan gıcırdama sesi insanların delirmesine sebep olacak tondadır. Çok pis bir ortamda olan kötücül bir yaratığa benzeyen bu adam başını televizyondan çevirip duvarda asılı olan resimlere bakarak tüm ürkütücülüğü ile kahkahalarla güler. Bu ürkütücü kahkahalar, Vatikan'a yağan yağmurun sesiyle karışarak adeta kötülüğü ve ölümü ülkeye çağırıyordur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRININ KANI (YENİ)
Misterio / Suspenso"Ya Rab Kanını Gönder Bize; Ya Dünyanın Kötülüğünü Yok etsin, Ya Da Bize Yeniden Hayat Versin!" "Dua et, benim için dua et! Lütfen... Lütfen, bunu bir an önce yap.. Ah sevgili Rafael; anlamadın mı halen daha? Gökte ki tahtını bırakıp da, dünyamıza...