⚜6⚜

29.2K 2.8K 967
                                    

Nasıl bu kadar sık bölüm atabildiğime ben de hayret ediyorum bazen... Ama diğer bölümü, tüm bölümler 50 oy olmadan atmamaya çalışacağım
(๑˃ᴗ˂)ﻭ

Namjoon, birlikte geçirdikleri üç saatten sonra, Jin'in uzaylı olduğuna kanaat getirmişti.

Öncelikle Jin, yedi yaşındaki çocuk kadar masum bir melekti. Bunu fark edince, neden bu kadar çok hediye aldığını da hiç şüphesiz anlamıştı. Böylece Jin'in nasıl hiç sorgulamadan evine geldiği de ortaya çıkmıştı.

"Joonie... Evet, sana Joonie diyeceğim olur mu? Ama sen bana hyung diyeceksin"

Namjoon, onun elindeki süte bakıp başını geriye attı. Sütten sarhoş olabilir miydi bir insan?

"Peki hyung" Namjoon kutunun dibindeki birayı kafasına dikmeden hemen önce mırıldandı.

"Eve tek başına mı çıktın?" Jin onun dibine sokulurken fısıldadı. "Ben de eve çıkmak istiyordum. Ama annem izin vermedi, beni yerlermiş" gülüp onu dalgınca izleyen Namjoon'a döndü. "Üniversiteye geçince çıkacağım ama. Kendimi koruyabilirim"

"Hayır koruyamazsın. Alfa olduğumu bile bile kucağıma geliyorsun... Şu an sana bir şey yapacak olsam, bir saniye bile karşı koyamazsın bana"

Jin ürkekçe geri çekildi. "Ama biz arkadaşız. Neden bana zarar veresin ki?"

Namjoon onun kulağına eğildi. "Çocuklarımı doğurman için mesela?"

"Şşşh! Çok ayıp! Öyle konuşulmaz."

"Sen benimle kafa mı buluyorsun? Buraya seni neden çağırdığımı biliyorsun değil mi? Yoksa bu da cilve yapmanın yollarından biri mi? Seninle çikolata yiyip süt mü içeceğim sence? Ya da pijama partisi falan..." Namjoon'u durduran nokta, Jin'in gözlerindeki boncuk boncuk yaşlar olmuştu. Namjoon bunun da kurmaca olup olmadığını anlamak için bir süre süzdü onu, ama Jin fazlasıyla şaşırmış duruyordu onun söylediklerine.

Yavaşça yerinden kalkıp Namjoon'a tek kelime etmeden evden çıktığında Namjoon, afallamış bir şekilde peşinden bakıyordu. Demek ki gerçekten dünyada böyle insanlar da vardı. Bu güne kadar kimsenin onu sahiplenmemiş olması, önceki hayatında işlediği iyiliklerdendi belki de.

❁❁❁❁❁

Jimin uykusuz geçirdiği gecenin bitişinde, hala kararsızlıkların eşiğindeydi. Bütün günü de bu şekilde geçmiş, son derse geç bile kalmıştı. Bahçeden binaya yürürken Yoongi'yle göz göze gelse de durmamış, Yoongi de onun yanına koşmamıştı.

Aralarındaki gerginlik fazlasıyla elle tutulur düzeydeydi.

Yoongi elindeki topu öylesine potaya atıp Jimin'in arkasından baktı. Dün, binbir zorlukla yaptığı itirafına karşılık Jimin tek kelime etmemiş, yanından uzaklaşıp onu yalnız bırakmıştı. Yanına gitmeyecekti şimdi de, Yoongi reddedileceğini bilse de istediği şeyin peşinde koşan salaklardan değildi.

'Eş olalım' dememişti oysa, sadece 'Sevgili olalım' demişti. Aralarındaki bağ zaten belliydi, sadece bir isim vereceklerdi. Beraber dışarı çıkıp eğlenmekte kötü olan neydi anlamıyordu. Sahip olmak isteseydi, bunu zorla da yapabilirdi, değil mi?

Jimin'in, kendisini diğer alfalarla aynı kefeye koyduğu sonucuna vardı Yoongi nihayetinde. Bu durumda bir şey yapamazdı.

❁❁❁❁❁

Jungkook, annesinin doğum günü için aradığı kadar güzel hiçbir şey bulamıyordu. Yavaş adımlarını caddede sürdürürken gözü sürekli vitrinlerde dolanıyor, ardından ümitsizce yeniden yere odaklanıyordu. Namjoon, Seongnam'da bir şey bulabileceğini söylemişti. Kırk dakikalık tren yolculuğu midesini alt üst etmişti zaten. En azından aradığını bulmak istiyordu.

Jungkook bir şey bulamamıştı.

Şu koku hariç...

Hızla başını kaldırıp etrafına baktı. Etrafta giysi mağazaları dışında başka bir şey yok denebilirdi. Jungkook, kafasını kaşıyıp adımlarını hızlandırdı. Hayal olmadığına emindi, hayal olmayacak kadar somuttu.

Bu sefer bulacaktı.

Taehyung hayatının geri kalan kısmını on kediyle çevrili halde geçirmek istediğine kesin karar verdi.

Evine fazla uzak sayılmayacak bir sokakta keşfettiği kedi temalı kafe, kesinlikle aradığı yerdi.

Göğsünden omzuna tırmanan ve oradan da boynuna sokulan minik kediyle beraber, kontrolsüzce yaşadığı duygular, etrafına bile pozitif enerji saçıyordu.

İki kedi birbirleri üzerine atlamıştı bu sefer de.

Gülümsemekten alıkoyamamıştı kendini.

Jungkook keskin bir hareketle sağ tarafa dönüp caddeden ara sokağa saptı ve boynundaki atkıyı çözdü. Bu koku kesinlikle kendisine iyi gelmiyordu. Neredeyse kar yağacak vakitte soyunup çırılçıplak gezebilirdi.

Vücudu cayır cayır yanıyordu.

Burnunun üstüne düşen kar tanesiyle durdu Jungkook. Küresel ısınma yüzünden kar yağmayacağı haberleri çıkmıştı, kar görmek bir an duraksatmıştı hızlı adımlarını.

Ardından başını yavaşça sağ tarafına çevirip küçük bir ev gibi duran kafeye girdi. Bunu neden yaptığını o da bilmiyordu. Ancak artan kalp atışları, yanlış yolda olmadığı hissini vermişti.

Uzun koridor bittiğinde, koku ciğerlerini yakacak kadar keskinleşmişti. Başını yavaşça duvarın kenarından uzatıp içeriye baktı. Gördükleri ve hissettikleri yüzünden parmakları duvara pençe misali kenetlenmişti.

Taehyung...

Jungkook, uzatmadan hızla geldiği koridoru geçip, sokağa yeniden adım attı. Düşünceli adımları geldiği gibi geri dönerken kokuya bilinçli olarak karşı koymayı seçmişti bu sefer.

Delta olduğunu bile bile...

Onun kaderindeki eş olduğunu bile bile...

Taehyung, kendisini ilk gördüğü an neden reddetmişti?

Ya da o gülümseme, neden Jungkook'a, kendisini kafese kapatılmış gibi hissettirmişti?

Ya da o gülümseme, neden Jungkook'a, kendisini kafese kapatılmış gibi hissettirmişti?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Brave Words, Braver Deeds ║Vkook&Yoonmin&NamjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin